SINIFIN ÖRGÜTLENMESİNDE EKONOMİZM TEHLİKESİ

SINIFIN ÖRGÜTLENMESİNDE EKONOMİZM TEHLİKESİ

VI. Kadri Erol Yoldaş Komünist Hamlesi’nde bu sene tartışılan konulardan biri sınıfın örgütlenmesinde parti örgütlerimizin ve yoldaşlarımızın karşılaştıkları zorluklardı. Farklı toplantılarda benzer konular gündeme geldi. Sonuç açıklamasında konuya değinildi. Hamle sürecinden önce de bazı yoldaşlarımız yazılarında konuya dikkat çektiler.

Ekonomist etkiler kendisini sınıf içinde örgütlenme yapılırken, işletmelerde sendikal, mahalle ve semtlerde dernek faaliyetlerinde gösteriyor. Salt ekonomik sorunlar temelinde yürütülen örgütlenme çalışmaları işçi ve emekçilerin sınıf bilinci kazanmaları için yeterli olmuyor. Kimi örneklerde yaşandığı rapor edildiği gibi, salt ekonomik sorunlarının çözümü doğrultusunda ekonomik demokratik alanda faaliyetlere katılan işçilerin, görece ekonomik kazanımlar elde ettikleri zaman geri çekildikleridir. İlişkilerde süreklilik sağlanmasında zorluklar yaşanıyor.

Bunun bir nedeni devletin sendika ve ekonomik mücadele içerikli demokratik derneklere faaliyet izni verirken bu yöntemle işçi sınıfı üzerinde kontrolünü de sürdürebildiğine inanmasıdır. Devlet kendi çizdiği çerçeve içinde faaliyetlere izin veriyor da denebilir. Diğer bir neden ise işçilerin sendika ve benzeri demokratik kuruluşlarına sadece ekonomik sorunlarının çözümü yönünde ilgi göstermeleridir.

Hal böyle olunca işçilerin sınıf bilinci edinmeleri, politikleşmeleri zorlaşıyor. Örgütsel politik açıdan değerlendirirsek, işçiler politik mücadeleye kazanılamıyor. Bu sorun bugünün sorunu değil. Sınıf savaşımı tarihi boyunca yaşanan bir olgu.

Bu sorunu aşmanın yolu, işçilere sınıf bilinci kazandırma faaliyetine yaklaşım sorunudur. İşçilere salt kendi ekonomik çıkarları ve sorunları temelinde örgütlemeye çalışarak sınıf bilinci kazandırmak mümkün değildir. Deneyler bunu ifade ediyor. İşçiler toplumsal ve politik sorunların tümü ile karşı karşıya gelerek sınıf bilinci kazanabilirler. Sermayenin devleti ile her alanda veya kendilerini ilgilendiren genel sorunlarla ilgili karşı karşıya geldikleri zaman sınıf bilinci kazanırlar. Bir cümlede özetlersek “sınıf sınıf” demekle sınıf örgütlenmiyor.

Ekonomik mücadelenin işçi sınıfını örgütlemekte yetersiz olduğunu zamanında Lenin de dile getirmiştir. Ekim Devrimi öncesi benzer sorunlar Rusya pratiğinde yaşanmıştır. Lenin 1902 yılında kaleme aldığı Ne Yapmalı adlı eserinde işçilerin sadece ekonomik sorunlar temelinde örgütlenmelerinin sınıf bilinci edinmeleri açısından yetersiz kalacağını, toplumun tüm sorunları ile ilgili bilgilendirilmeleri gerektiğini kapsamlı olarak ele almıştır. “Karşımıza şu sorun çıkıyor: Siyasal eğitim neyi içermelidir? Bu, otokrasiye karşı işçi sınıfı düşmanlığının propagandasından ibaret olabilir mi? Elbette ki hayır. İşçilere siyasal bakımdan ezildiklerini açıklamak yetmez (nasıl ki, onlara çıkarlarının işverenlerin çıkarlarına uzlaşmaz karşıtlıkta olduğunu da açıklamak yetmezse). Ajitasyon, bu baskının her somut örneği ele alınarak yürütülmelidir (tıpkı iktisadi baskının somut örnekleri etrafında somut ajitasyon yürütmeye başlamış olmamız gibi). Bu baskı toplumun çeşitli sınıflarını etkilediğine göre, kendisini yaşamın ve eylemin en çeşitli (farklı Y.N.) alanlarında -meslek, kamu, özel, aile, din, bilim vb. alanlarında- ortaya koyduğuna göre, otokrasinin siyasal teşhirini bütün yönleriyle örgütlemeye girişmeyecek olursak, işçilerin siyasal bilincini geliştirme görevimizi yerine getiremeyeceğimiz besbelli değil midir?” (Ne Yapmalı Syf. 60, Sol/Eriş Yay.)

İşçiler ekonomik sorunları içinden kendiliğinden harekete geçebilirler. Ülke pratiğinde bunun her gün sayısız örnekleri ile karşılaşıyoruz. Salt ekonomik içerikli olan bu hareketlerin, direnişler de dahil politikleştirilmeleri komünistlerin görevidir. Değilse işveren işçilerin haklarını kısmen dahi verdiği zaman bu hareket sonlanmış oluyor. Bunun örneklerini pratikte sürekli yaşıyoruz. Buradan çıkaracağımız sonuç ekonomik mücadelenin sendikal hareket sınırları içinde kalmasının hiçbir devrimci etkisinin olmadığı ve işçi sınıfının politik bilinç kazanmasına tek başına yetmediğidir. Kendiliğinden gelişen sınıf hareketleri doğru yönlendirilmezler ise burjuvaziye, işverene karşı kölelik bağlarını artırır. Lenin bu konuda çok net yol gösteriyor: “Demek oluyor ki, görevimiz, sosyal-demokrasinin görevi, kendiliğindenliğe karşı savaşmak, işçi sınıfı hareketini burjuvazinin kanatları altına sokma yolundaki bu kendiliğinden trade-unioncu (sendikalist Y.N.) çabadan uzaklaştırmak ve devrimci sosyal-demokrasinin kanadı altına sokmaktır. (Ne Yapmalı Syf.44 Sol/Eriş Yay.)

İşçi sınıfına siyasal bilinç kazandırmak, ekonomik sorunlarının dışında, toplumu ilgilendiren tüm sorunlar konusunda sınıfsal anlamda bir duruşa sahip olmasını sağlamaktan geçiyor. İşçiler devletin baskı ve zorbalıkları, kapitalist toplumda dönen rüşvet ve yolsuzluk çarklarına karşı tepki gösterecek durumlara gelmelidirler. Aynı şekilde ekonomik sorunlarının yanısıra, ulusal, dinsel, mezhepsel eşitsizlik uygulamalarına, doğanın, çevrenim yağmalanmasına, kadınların ezilmesine ve ayrımcı muamelelere muhatap kalmalarına, gençlerin geleceklerinin karartılmasına, emeklilerin ve işsizlerin henüz yaşamdayken ölüme mahkum edilmelerine tepki göstermelidirler. Bu duruş işçileri devletle karşı karşıya getirecektir. Sadece bu tür haksızlıklara ve uygulamalara karşı çıkmaları da yetmez. Bu karşı çıkışı politik bir niteliğe dönüştürmek gerekmektedir. Değilse, salt ekonomik ve demokratik sorunlar temelinde hareket etmeleri ve kısmi kazanımlar elde ettikten sonra kölelik ilişkisini normal kabul edip bir de sermayenin siyasal temsilcilerini desteklediklerinde sınıf bilinci edinmeleri mümkün değildir. Bu nedenle işyeri dışındaki sorunlar, en az işyerindeki sorunlar kadar önemli, hatta daha da önemlidir. Söz konusu sorunlara karşı mücadele de politize edilmek durumundadır. Lenin bu konuda şöyle diyor: “… köylülerin kırbaçlanması, memurların rüşvetçiliği ve polislerin kentlerdeki ‘sıradan halka’ karşı davranışı, açlığa karşı mücadele, halkın aydınlanma ve bilgi için olan çabasının baskı altına alınması, vergilerin zorla tahsili ve dinsel mezheplerin ezilmesi, erlere karşı aşağılayıcı davranışlar ve öğrencilerle liberal aydınlara kışla yöntemlerinin uygulanması -bütün bunlar ve zorbalığın buna benzer binlerce belirtisi, ‘iktisadi’ mücadeleyle doğrudan doğruya bağlantılı olmamakla birlikte, siyasal ajitasyon için ve yığınları siyasal mücadeleye çekmek için, genel olarak daha az ‘geniş uygulanabilirliğe sahip’ fırsatlar mıdır? Doğru olan bunun tam tersidir. İşçilerin (bizzat kendilerinin ya da yakın bağları olanların), zulümden, zorbalıktan ve hak yoksunluğundan acı çektiği durumların toplamı içinde, sendikal mücadeledeki polis zorbalığı durumları, hiç şüphe yok ki, azınlıkta kalır.” (Ne Yapmalı Syf. 62 Sol/Eriş Yay.)

DİSK ve T.Maden-İş sendikası eski yöneticilerinden, TKP MK üyeliği görevinde bulunmuş olan Halit Erdem 12 Eylül 1980 faşist darbesi ile birlikte işçi direnişlerinin bir anda durması konusunda ekonomist sendikal eğilimin etkili olduğunu ve işçi sınıfına siyasal bilinç verilemediğini belirtiyor. Şöyle tarif ediyor:

Biz siyasal bilinç adı altında ekonomizmi örgütledik. Yani işçinin daha iyi çalışmasını, daha çok para almasını örgütledik. Komünistlerin görevi bu mudur? O işçinin tarihsel misyonunu göz ardı ettik. DİSK şaşalı muazzam bir örgüttü ama küt diye götürdüler. Nasıl olur da 600 bin kişinin örgütlendiği bir sendika bir günde bitirildi. Burjuvazi ayaklanma olur diye hazırlık yapmıştı evet ama o ayaklanmaya kimse yeltenmedi ve bizim eksik bıraktığımız buydu. İşçi sınıfının siyasal mücadelesi iktidar mücadelesidir, iktidarı alacak siyasi araçlara sahip olması demektir, bunları yapmadık. Ekonomizm, sendikalizm yaptık ve sonuçlarını da gördük. İşçi sınıfı içinde, gençlik içinde en örgütlü partinin TKP olduğu açığa çıktı. Bu büyük bir özverili çalışmanın ürünüydü. Ama siyasi çizgimizde kayma vardı. Biz yaptıklarımızı siyasi mücadele sanıyorduk oysa ekonomizmdi.” (Politika Gazetesi 76. Sayı) 12 Eylül öncesi ve sonrası sınıf mücadelesinde aktif ve etkin bir rolü olan emektar bir yoldaşımızın bu tespitini ciddiye almak gerekir.

Bugün durum daha da vahim. DİSK etkisizleştirilmiş ve sınıf sendikacılığı vasfını yitirmiştir. Bunda 12 Eylül’ün yaptırım ve yasakları rol oynamakla birlikte, tekrar açıldıktan sonra süreç içinde seçilen yönetim organlarının özellikle doğrudan sorumluluğu vardır. DİSK’in etkisizliğinden dolayı bir dizi işçi ve bağımsız sendikal örgütlenme girişimleri olmuştur ve sürmektedir. Yoğun eylemliliğe ve anarko-sendikalist eğilimleri de içinde barındıran bu yapılar kalıcı ve sürekli bir örgütlenme yaratmaktan, yasaların işçi düşmanı anti-demokratik kısıtlamalarına karşın örgütlenme yetkisi ve toplu sözleşme hakkı elde etmekten uzaktır. Faaliyetleri genellikle ekonomik çıkarların elde edilmesi yönündedir. Sınıf örgütlenmesi sadece “nerede hareket orada bereket” mantığı ile başarılı sonuçlar elde edemez. Belirli siyasal yapıların kendi bünyelerine birkaç işçi kazanmaları da sendikal faaliyetin başarılı sonuçlar doğurduğu anlamına gelmez.

Bu durumda günümüzde işçi sınıfına siyasal sınıf bilinci taşımanın ana halkası ne olmalıdır sorusuna yanıt vermek yine komünistlere düşmektedir. Türkiye Komünist Partisi izlediği politika ile bu alana açılım getirmektedir. Başta işçi sınıfı olmak üzere, tüm ezilen ve sömürülen yoksul emekçi halkların düzenden kaynaklı sorunları temelinde örgütlenmeleri birincil önemdedir. Bu örgütlenmeler işçi yatağı mahalle ve semtlerde yürütülmekte ve yürütülmeli, burada sağlanan kazanımlar fabrikalara, madenlere, tersanelere, organize sanayi bölgelerine taşınmalıdır. Bu da yetmez, bilimsel teknolojik gelişmenin üretim süreçlerine yansıması sonucunda modern proletaryanın haricinde bilişim alanında uzmanlaşmış emekçi kesimlerin örgütlenmesi aynı derecede önem verilerek değerlendirilmelidir. Bu anlamda üniversite gençliği içinde örgütlenme eskiyle karşılaştırıldığında ayrıca önem kazanıyor. Bundan birkaç yıl öncesine kadar memur statüsünde görev yapan üniversite mezunları arasında işçi statüsünde çalışanların oranı son yıllarda ciddi bir düzeyde arttı. Sadece planlamanın değil, üretimin ve üretilen malın pazarlanması ve dağıtımında yeni teknolojiler belirleyici konum kazandı.

İşçi, işsiz, memur, kırsal kökenli, emekli, kadın, genç tüm toplum kesimlerinin bir arada olduğu yer semtler ve mahallelerdir. Politik örgütsel faaliyetlerimizi bu alana yoğunlaştırırsak ve bu çalışmalara katılan, başta işçiler olmak üzere toplumsal kesimlerin ülkedeki toplumsal sorunların tümüne yönelik eğitimini sağlayabilirsek daha başarılı sonuçlar alınabildiğini bize kendi pratiğimiz kanıtlıyor. Bu örgütlenmelerin Demokratik Halk Meclisleri veya yerellerin özelliklerine göre adlandırılmaları farklı toplumsal kesimlerin bir araya gelmelerini sağlıyor. Kürtler ulusal baskı ve ayrımcılığın, Aleviler kendi kültürlerinin yok sayılmasının, kadınlar toplumdaki ayrımcılığın, gençler kendilerine fırsat eşitliğinin sağlanmaması, yaşlılar ve emekliler çok güç yaşam koşullarının, LGBTİ bireyleri ötekileştirilmelerinin ötesinde toplumdaki sınıfsal sorunlar ile karşı karşıya gelmekte ve kendi özgün sorunlarının temelindeki nedeni anlamaktadırlar. Çevrenin ve doğanın tahribatı tüm toplumsal kesimleri etkilemekte ve ortak tutum almayı sağlamaktadır. Metropollerde faaliyet gösteren “hemşehri dernekleri” olarak nitelenen yöre dernekleri kendi yöreleri ile ilgili sorunlar dışında güncel olarak yaşadıkları semtlerin sorunlarına duyarlı davranmanın ötesinde diğer tüm toplumsal katmanlar gibi ülke sorunlarına duyarlı hale geliyorlar. Burada önemli olan bu mücadelenin koşullarının oluşacağı platformlar olarak Demokratik Halk Meclislerini yaratmaktır.

12 Eylül öncesi DİSK’in 600 binden fazla üyesi vardı. Ancak DİSK üyesi işçiler çok büyük ağırlıkla düzen partilerine oy veriyorlardı. Bunun nedeni sınıf bilincinin oluşmamasından kaynaklıydı. Biz ise bugün düzen partilerine oy veren, milliyetçilik ve dini hassasiyetleri istismar edilerek, farkında olmadan kapitalist düzenden yana tavır gösteren başta işçi ve emekçi kesimlere, küçük burjuva çevrelere yönelmek zorundayız. Yığınları politize etmek, onları sınıf düşmanlarının temsilcisi olan devlet ile karşı karşıya getirmek, yığınların sınıf bilinci kazanmalarının adımlarıdır. Onun için komünistler sadece komünist ajitasyona duyarlı olan kesimler içinde değil, işçi ve emekçilerin olduğu tüm kurum ve kuruluşların tabanına yönelik çalışma yürütürler. Gerici ve faşist örgütlenmeler bu çerçevenin dışında değildir. Sarı sendikalar bu çerçevenin dışında kalmaz. Tersine işçi ve emekçilerin bulunduğu her alan komünistlerin çalışma alanıdır. Değilse bu yığınları burjuvazinin, sınıf düşmanının etkisine terk etmiş oluruz.

Bu noktada Kürt Özgürlük Hareketi’nden bir örnek vermek yerinde olacaktır. Kürdistan İşçi Partisi, Kürt halkının tüm toplumsal kesimleri içinde ulusal sorun temelinde bir faaliyet geliştirerek, ulusal sorun temelinde Kürt halkının ezici çoğunluğunun desteğini almayı başarmıştır. Ulusal sorunun temeli de özünde sınıfsal olduğundan Kürt halkının devlet ile olan ilişkisini de belirlemiş ve Kürt ulusal sorununun kaynağı olan TC devletine karşı tavır alması sağlanmıştır. Bugün gerek legal alanda gerekse de illegal alanda Kürt siyaseti salt Kürt ulusal sorunu değil, Türkiye toplumunun tümünü ilgilendiren sınıfsal sorunlar konusunda duruş geliştirmekte ve Kürt halkının yığınsal olarak bu mücadele katılmasını sağlamaktadır.

Aynı mesafeyi komünistler Kürtler dahil başta işçi sınıfı olmak üzere toplumun tüm halk katmanları arasında kat etmek zorundadır. Burada da birleşik mücadelenin gerçek anlamı ortaya çıkmaktadır. Her alanda birleşik mücadelenin örülmesi, adım adım mevziler kazanılması ülkede çürümüş ve can çekişen kapitalist düzenin sonunu hazırlayacaktır. Düzenin çürümüşlüğünü herkes görüyor. Bütün mesele ona karşı siyasal anlamda toplumun çoğunluğunun harekete geçmesinin sağlanmasıdır.