Komünistler hakkında karşı propaganda yapanlar en çok üç noktaya vurgu yaparlar. Birincisi; “Servet düşmanı”, İkincisi; “Terörist”, Üçüncüsü; “Totaliter devletten yana”. Bu yakıştırmalar sadece karşı propaganda amaçlıdır. Tersten ifade biçimi ile, gerçekleri “bardağın boş kalan kısmı” temelinde, kendi bakış açıları ile açıklayarak, yoksul emekçi ve sömürülen işçileri kendi görüşleri ile etkilemeye çalışırlar.
Biz de bu üç noktayı “bardağın dolu tarafından” ele alalım. Birincisi; onların “servet düşmanlığı” olarak adlandırdıkları bizim açımızdan üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetin kaldırılmasıdır. İkincisi; onların “terörist” dedikleri, burjuva devlet aygıtının yıkılıp parçalanmasıdır, yani devrimdir. Üçüncüsü; onların “totaliter devletten yana” dedikleri, nüfusun çoğunluğunun çıkarına olan, işçi ve emekçiler için demokrasi anlamına gelen proletarya diktatörlüğüdür.
Bunların tümü doğrudur. Burjuvazinin niteleme ve açıklama biçimi yanlıştır. Bu da bilinçlidir. Burjuvazi tüm olanakları ile gerçekleri bu derece çarpıtırken, komünistlerin yapması gereken, en geniş işçi ve emekçi yığınlarına doğruları götürmektir, onları örgütlemektir, ki bu amaçlar gerçekleşebilsin.
Burjuvazi ne yapacak ? Bütün maddi, manevi imkanları ile, yasaları, silahlı güçleri ve propaganda araçları ile bu gelişmeyi engellemeye çalışacak. Eğitim sistemini kendi amaçları doğrultusunda bir içerikle şekillendirecek, din faktörünü istismar düzeyinde kullanacak, yurtseverlik duygularını istismar edip milliyetçi bir anlayışı toplumun hücrelerine sokmaya çalışacak, halkın kendi öz örgütlenmelerini, dayanışma örgütlenmeleri dahil engellemeye, içeriklerini etkilemeye, değiştirmeye çalışacak, işçi ve emekçilerin demokratik-sendikal örgütlenmelerini önce yasaklamaya, haklarına sahip çıkmalarını engellemeye çalışacak, onu beceremediğinde de kendi sendikalarını kuracak veya var olanları kendi çıkarları doğrultusunda etkilemeye çalışacak. İşçileri ulusal özelliklerine, inançlarına göre bölüp karşı karşıya getirmeye çalışacak ki, ezilenler ve sömürülenler birlikte hareket edip haklarını elde etmeye yönelmesinler.
Bütün bunlar, kendi yaşam deneyimizde, günlük hayatta sürekli yüzleştiğimiz gerçekler. Yazdıklarımız sınıf bilinci edinmiş işçi emekçiler için bilinmez değil. Ancak toplumun büyük sayısal çoğunluğu, kullandıkları bu yöntemler sayesinde burjuvazinin ideolojik ve sonuç itibarı ile politik etkisi altında.
Komünistlerin görevi, aslında kendi temel ve burjuvazi ile uzlaşmaz sorunları çerçevesinde geniş işçi ve emekçi yığınları, yoksulları, işsizleri uyandırmak ve örgütlemektir. Uyandırmak eylemi, kendi sorunlarının farkında olmalarını sağlamak, yani bilinçlendirmek yönünde ilk adımları atmaktır.
Yazımızın ilk paragrafından da anlaşılacağı gibi, bütün sorunlarımızın temeli üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetten kaynaklı. Özel mülkiyet yerine toplumsal mülkiyet oluşturulduğunda, kapitalizmde işçi ve emekçilerin sırtından kazanılıp patronların kasalarına giren artı-değer, yani sömürülerek elde edilen kazanç, devletin bütçesine girecek. Bu bütçe de başta işçi ve emekçiler olmak üzere tüm halkın sosyal ihtiyaçları için harcanacak. Eğitim, sağlık hizmetleri ücretsiz olacak. Ulaşım, konut ve günlük ihtiyaçlar devlet tarafından maddi olarak desteklenecek (sübvanse edilecek). Böylelikle işçi ve emekçilerin ürettikleri değer, yeniden tüm toplumun hizmetine sunulacak.
Bu koşulları sağlamak için, yani üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetin kaldırılması için sosyalist devrimin gerçekleşmesi gerekiyor. Varolan yapıların yıkılması dediğimiz, mülkiyet ilişkileri ve o temelde sadece burjuvazinin çıkarlarını korumak için oluşturulan devlet yapısının dağıtılmasıdır. Onun yerine proletaryanın ve tüm işçi ve emekçilerin haklarının korunacağı bir devlet yapısı oluşturulmasıdır. Bu devlet, ülkedeki tüm üretim ve dağıtımı planlı olarak uygulayarak, toplumun ihtiyaçlarının eşit olarak karşılanmasını sağlamakla ve bu düzeni korumakla, geliştirmekle yükümlüdür.
Kapitalizmde sorunun temeli özel mülkiyetten kaynaklı işgücü sömürüsü ise, bunu da ortadan kaldırabilecek tek güç bu sömürüye maruz kalanlardır. Bütün değerleri yaratıp en kötü koşullarda yaşamak zorunda bırakılanlar, ürettikleri gibi yönetmesini de becerebilecek durumdadırlar. Dolayısıyla, işçi sınıfının mücadelesine dayanmayan hiç bir toplumsal değişim sorunların kökten çözümünü sağlayamaz.
Karl Marks ve Friedrich Engels, kendilerinden önceki felsefecilere, ekonomistlere ve siyaset bilimcilerinin görüşlerini inceleyerek, onların işçi sınıfı açısından eksiklerini kimi konularda tamamlayarak, kimi alanlarda ise farklı değerlendirerek işçi sınıfının bilimini oluşturmuşlardır. Marks ve Engels bu çalışmayı yaparken, toplumu dönüştürecek ve insanın insan tarafından sömürülmesine son verecek tek sınıfın işçi sınıfı olduğunu tespit etmişler ve bunu bilimsel olarak gerekçelendirmişlerdir.
Lenin ise 1917 Büyük Ekim Devrimi’ne önderlik ederek, ve gerek devrimin hazırlanması sürecinde, gerekse de devrim gerçekleştirildikten sonra proletarya devletinin yapılanması ve geliştirilmesi sürecinde, Marks ve Engels’in kuramları temelinde Marksizmi geliştirerek işçi sınıfının bilimine çok önemli katkılar sağlamıştır. Bunun için biz işçi sınıfının bilimini Marksizm-Leninizm olarak nitelendiriyoruz.
Bütün bu konuları neden hatırlama gereği duyduk? Sadece ve sadece bu bilim doğrultusunda mücadele edenler kapitalist toplumdaki uzlaşmaz temel çelişkinin, emek ile sermaye arasındaki çelişkinin çözümünü sağlayabilirler. Bu da işçi sınıfının bilimi olan Marksizm-Leninizm’i kılavuz edinen komünistlerin ve işçi sınıfının öncü politik örgütü komünist partisi sayesinde vücut bulur. Komünist parti de, yazımızın en başında vurguladığımız temel görevileri yerine getirmek için mücadele eder. Üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetin kaldırılması için sosyalist devrimin gerçekleştirilmesine öncülük edip, proletarya diktatörlüğünün kurulması!
Buradan çıkan en önemli sonuç, burjuva devletinin tüm aygıtları ile yıkılması gerekliliğidir. Proletarya diktatörlüğünün kurulması, burjuva diktatörlüğünün dönüşümü veya sönümlenmesi ile mümkün değildir. Günümüzde de kimi reformist, revizyonist hatta devrimci görüşler ile komünist görüşler arasındaki ana ayrım çizgisi bu konuda somutlanmaktadır. Mücadelede burjuva devletinin devrimci yoldan yıkılmasını hedefine koymayan bir hareket, devrimci olabilir ama komünist olamaz. Bu tespiti hiç bir mücadeleyi kötülemek için yapmıyoruz, sadece bir gerçeği dile getiriyoruz. Bu nokta önemlidir, çünkü komünist parti kadroları, savaşçıları bu teorik, ideolojik ve politik ilkeler temelinde örgütlenirler. Hiç kimse devrime gönül vermiş, türlü fedakarlıklar ve can güvenliği tehlikesi altında mücadele eden işçileri, emekçileri, gençleri, kadınları yanıltma hakkına sahip değildir. Komünistler görüşlerini gizlemezler. Bu nedenden dolayı komünist eğitimin, Marksizm-Leninizm biliminin genç komünistler tarafından hazmedilerek öğrenilmesinin yaşamsal önemi vardır. Değilse, eksik yapılan her çalışma, özensiz gerçekleştirilen her örgütlenme devlet ile karşı karşıya gelindiğinde olumsuz gelişmelere sebep olacaktır.
Komünistler sınıf mücadelelerinin içinde yetişir, sınanır ve eğitilirler. Ve bu mücadelede devlet ile karşı karşıya gelirler. Devlet ise okun sivri ucunu her zaman kendisini yıkmak isteyen komünistlere karşı yöneltmiştir. Komünistlerin bu hassas noktada, geri adım atma, kıvırma, teslim olma, uzlaşma şansları yoktur. Bu gerçeğin bilincimize çok iyi kazınması gerekir. Burjuvazinin ve onun devlet organlarını devrimcileri bazen “iyi” komünist, “kötü” komünist olarak ayırmasının sebebi budur. Kime göre “iyi” veya “kötü”? Kuşkusuz ki burjuvaziye göre. Onun için bilimsel sosyalizmin gerekliliğine inanmış tüm devrimci kadroları etraflarındaki adı “devrimci”, “sosyalist”, “komünist” olan örgüt ve dergileri tekrar bu gözle incelemelerini ivedilikle öneririz. Türkiye Komünist Partisinin Marksçı-Leninci kadroları, Mustafa Suphilerin kurduğu partinin, Bilen yoldaşın politik hattının takipçileri olarak Mustafa Suphilerin, Mustafa Hayrullahoğlu’nun ve binlerce katledilen kadromuzun devlet tarafından neden hedef seçildiğini doğru irdelemeleri gerekmektedir. Türkiye’de planlı olarak katledilen, hangi örgüt mensubu olursa tüm komünist kadroların, devlet ile olan ilişkiler konusundaki görüşlerine dikkat etmemiz gerekmektedir. Marksizm-Leninizm’i sözde değil, özde savunmak Deniz Gezmiş’lerin de, Mahir Çayan’ların da, İbrahim Kaypakkaya’ların da devlet tarafından planlı olarak katledilmelerinin nedenidir. Aynı şekilde Kemal Tayfun Benol gibi, toplu bir katliamda komünist kadroların katledilmesi, onların diğer yurtsever, demokrat, ilerici, devrimci kadrolar yanında “kazaya mazur kalarak” katledilmesi değildir. Barış-Emek-Demokrasi gibi, geniş yığınları sosyalizm mücadelesine yönelten eylemliliklerin militan kadroları hedef alındığı ve onların örgütlediği direniş ve eylemlilikler geniş kitleleri sardığı için Tayfun’lar, Serdar’lar, Tekin’ler, Erol’lar katledilmişlerdir. Devletin hiç bir eylemi kendisi açısından sebepsiz değildir ve hedefi bellidir. En “parlak” ve “keskin” söylemleri “komünist” kisvesi altında sarfedip sırça köşklerinde zarar görmeden oturup ahkam kesenler teşhir edilmeli ve yalnız bırakılmalıdır. Onların devlet ile bir zorları olmadığı için, devletin de onlarla bir sorunu yoktur. Olan, onların “parlak” sözlerine inanıp henüz uyanma fırsatı bulamayan genç devrim gönüllülerine olmaktadır. Varolan devrimci duygu ve düşünceleri köreltilmekte ve düzen içi unsurlar haline gelmektedirler. Komünistlere düşen görev, burjuvaziye karşı mücadele ederken, burjuvazinin, işçi sınıfının devrimci mücadelesinin içine yerleştirdiği unsurları deşifre ve teşhir etmektir.