TKP adını kullanan devletten icazetli SİP grubu Eylül ayında 14.Kongreleri olarak adlandırdıkları bir kongre sürecini tamamladıklarını duyurdular. Bugüne dek çeşitli kereler bu grubun izlediği politika hakkında görüşlerimizi ortaya koyduk. Bugün geldikleri noktada bugüne kadar eleştirdiğimiz Kemalist ve ulusalcı konumlarının ötesinde ve onun doğal bir sonucu olarak Kürt ulusal sorununun çözümü ve Kürt özgürlük hareketine karşı özellikle bu kongrelerinde açıkça ortaya koydukları konumlarını ele almak bir zorunluluk oldu.
Kongrenin Siyasi Raporu sınıf bilinçli işçi sınıfına değil, küçük burjuva çevrelere ve üslup ne kadar karmakarışık olursa anlatılanın o kadar bilimsel olduğuna inandırılmış sistem üniversitelilerine hitap eden ve sınıf bilincini bulandıran bir dile sahip. Bu dilde kitleleri devrimci sınıf savaşına yönlendiren en küçük bir esinti bile yok. Raporu okuyan bir işçi “Türk Hava Yolları” hakkında “bilgilenebilir”, ama mevcut faşist rejimi devirmenin yolu hakkında hiçbir şey öğrenemez. Bu bilinçli bir tercihtir. Amacı “devletin resmi partisi” olduğunu çok bilmiş bir üslubun altında, ele aldığı konuları ayrıntılara boğarak gizlemektir. Yazımızın amacı bu gizlilik perdesini yırtmak ve bu partiye, gerçek TKP olduğu inancıyla katılan komünistlere gerçeği anlatmak ve devrimci kamuoyu karşısında SİP’in yüzündeki maskeyi indirmek olacak.
Kongre raporu “Marksizm-Leninizm”, “sosyalist devrim”, “sınıf” ve benzeri terimlerle süslenmiştir. Kapitalizmin, emperyalizmin, “yeni Osmanlıcılığın”, dinci gericiliğin, AKP’nin v.s. ne kadar kötü şeyler olduğuna dair sayfalar dolusu eleştirilere yer verilmiştir. Verilmek zorundadır. Çünkü bu söylem olmayınca, SİP “komünist” kılığına girerek devletin en temel politikası olan Kürt özgürlük hareketini tasfiye etme amacına hizmet edemez. Bu söylemi rapordan tümüyle çıkarın, geriye devletin Kürt sorunuyla ilgili stratejisi kalır.
O halde bu “hizmeti” Rapor’un sis bombalarıyla gizlenen satırlarıyla gözler önüne serelim.
Şöyle yazmışlar:
“Partimizin Kürt sorununa yönelik öngördüğü çözümde ayrı bir Kürt devleti veya yerel özerklik ya da federatif bir yapı gündemde değildir. Emperyalizm ve Devrim teorilerinden ve günümüzün uluslararası gerçeklerinden bağımsız bir Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı ilkesinden söz edilemez. Partimiz açısından sosyalist devrimin asgari coğrafyası Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasi sınırları, öngördüğü devlet biçimi de tüm yurttaşlarının etnik haklarını tanıyan, emekçi halkların birleşik bir örgütlenme ve mücadele içinde olduğu en devrimci ve gelişkin seçenek olan merkezi bir sosyalist cumhuriyettir.”(Kaynak: https://www.tkp.org.tr/temel-metinler/kongre-konferans-metinleri/turkiye-komunist-partisi-14-kongre-siyasi-raporu/ )
Şimdiye kadar hiçbir sosyal-milliyetçi bu açıklıkta konuşmamıştır. SİP, devletin Kürt politikasını “sosyalist devrim şekerine” bulayarak gizlemeye bile gerek görmemiş, Kürdistan’ın bütün parçalarında milyonlarca Kürt halkının “statü” talebine savaş açmıştır.
Açtığı bu savaşta bugün için yapacağını ve yarın “sosyalist Cumhuriyette” yapmayı düşündüğünü de aynı açıklıkta raporda ilan etmiştir.
Bugünkü haliyle, bu milyonları tıpkı AKP-MHP faşist rejimi gibi şiddet yoluyla “ayrı devlet veya yerel özerlik ya da federatif yapı” talebinden vazgeçirtecek gücü yoktur. O nedenle şimdilik yapabileceği kadarını raporunda şöyle dile getirmiştir:
“TKP Kürt hareketiyle işbirliği ve ittifak gibi gündemleri kapatarak, Türkiye işçi sınıfının mücadelesinde önemli bir başlık (!) olan Kürt yoksullarının örgütlenmesine yönelmiştir.” (Kaynak: agy)
Bu ifadeye göre SİP, “işbirliği ve ittifak” yapmayacağına göre, bırakalım PKK’yi, ”DEM Partiyi bile savaşılacak güç olarak gördüğünü ilan etmiştir. Kürt özgürlük hareketine karşı ilan ettiği savaşta bu parti, şimdilik devlet terörüne başvuramayacak, ama bu hareketin yoksul tabanını, tıpkı devletin Hizbulkontra ile parçalaması gibi “örgütleyerek” parçalayacak. Biri “İslam kisvesi” altında, diğeri “komünist kisvesi” altında aynı hedefe yönelmişlerdir.
Okurlar, Rapor’da yer alan bu satırların, Kürt özgürlük hareketi ile savaşı değil de siyasi rekabeti ifade ettiğini düşünebilirler. Tekrar hatırlatalım: SİP Rapor’da “Partimizin Kürt sorununa yönelik öngördüğü çözümde ayrı bir Kürt devleti veya yerel özerklik ya da federatif bir yapı gündemde değildir” (Kaynak: agy) demiştir. Aynı zamanda “öngördüğü devlet biçiminin de merkezi bir sosyalist cumhuriyet olduğunu” (Kaynak: agy) açıkça ilan etmiştir. Demek oluyor ki, eğer Kürt halkı ayrılma hakkını kullanmaya kalksa ya da federal Kürdistan talebini öne sürse, hatta “yerel özerklikle” bile yetinmeyi kabul etse, SİP’in kuracağı “merkezi devlet”, anayasasının 3. Maddesinde “Türkiye sosyalist cumhuriyeti devleti, milleti ve ülkesiyle bölünmez bir bütündür” diyerek, şu anda Türk devleti gibi Kürt halkına karşı devlet şiddeti kullanacak. Türk devleti bunu faşizm adına, SİP’in devleti ise “sosyalizm” adına yapacak.
Bu talepleri dile getirse de, getirmese de, acaba SİP’in “merkezi devleti” Kürt özgürlük hareketine ve mensuplarına “sosyalist devrim yolunda ve devrimden sonra” ne yapacak? Bakalım:
Rapor’da “Kürt siyasi hareketi (…) burjuva karakterli bir siyasi hareket” olarak tanımlanmakta ve “emperyalist projelerin parçası ya da o projelerle etkileşim halinde olduğu” belirtildikten sonra da “bugünkü sermaye egemenliğine değil, Türkiye’nin var oluşuna karşı olduğu” söylenmektedir… Buradan hareketle, ”dolayısıyla devrime giden yolda da devrimden sonra da (…) ‘içeriden’ gelecek sabotaj ve provokasyonlar da muhtemelen bu başlıkta gerçekleşecektir” sonucuna varmakta. (Kaynak: agy)
SİP’in “merkezi devletinin”, “burjuva karakterli”, “emperyalist projelerin parçası”, “Türkiye’nin var oluşuna karşı”, “sabotajcı” bir hareket olduğunu söylediği Kürt Özgürlük hareketine ve mensuplarına karşı neler yapacağı hakkında düşünmeyi artık okurlarımıza bırakalım.
Görülüyor ki, SİP Kongre Raporu, “komünist jargondan” ayıklandığında gerek Kürt halkına ve gerekse onun legal ve illegal partilerine karşıtlıkta Türkiye Cumhuriyeti’yle genel olarak aynı çizgidedir. Ancak bu çizgiyi abartmanın hiçbir anlamı olamaz. Çünkü bu parti ne devrime öncülük edecek ne de o devrimle kuracağı devlete dayanarak Kürt özgürlük hareketini tasfiye edebilecek herhangi bir perspektife, yeteneğe, güce ve geleceğe sahiptir. Kongre Raporu’nda sayfalar dolusu laf kalabalığının arasında devrime nasıl yaklaşılacağına dair politik bir stratejiden ve taktik plandan eser bile yoktur. Üçüncü Dünya Savaşında Türkiye halklarının, bölge halklarının karşı karşıya olduğu ölümcül tehlikelere, Türk devletinin bölgesel emperyalist politikalarının tahmin bile edilemez sonuçlarına dair kimlerle kime karşı ittifak sorunlarından söz bile edilmemiştir. Bu parti faşist rejimi devirmeyi sorun bile edinmemiştir. Marksizm-Leninizm’den söz eden bu partinin bırakalım teoriyi, terminolojisinin bile Marksizm-Leninizm’le ilgisi yoktur. Devrimci sürecin merkezinin Kürdistan’a kaydığından habersizdir, Ortadoğu’nun emperyalist zincirin zayıf halkası haline geldiğinden habersizdir, burada yaşanan devrimci sürecin “saf” bir süreç olmadığını, Lenin’in tüm uyarılarına rağmen anlamamış, “saf bir sosyalist devrim” rüyası görmektedir. Kürt özgürlük hareketinin dört tarafından kuşatılan, NATO tarafından desteklenen güçlerin saldırılarıyla karşı karşıya gelen Kürdistan adına, onun ölüm-kalım mücadelesinde emperyalist devletlerin çelişkilerinden yararlanma çizgisinden hiçbir şey anlamamıştır. Türk devletinin müttefiki “Hamas’ın bugün bir direniş örgütü olduğu konusunda hiçbir tereddüt göstermeyen”, “Filistin’de sürmekte olan mücadeleye ve bu dolayımla Hamas’a siyasi destek veren” (Kaynak: agy) bu parti NATO müttefiki ve bölgesel emperyalist Türk devletine karşı mücadeleyi, bu dolayımla PKK’yi desteklemek şöyle dursun düşman ilan etmiştir. PKK’yi “dış güçlerin Türkiye’ye karşı işbirlikçisi” ilan eden bu partinin adamlarının, Bolşevikleri Alman casusu olarak ilan edenlerden hiçbir farkı yoktur. Kürdistan tarihi hakkında abuk sabuk konuşan, Kürt isyanlarını emperyalizmle işbirliği yapmakla suçlayanların, sahte övgüler düzdükleri Sovyetler Birliği tarihinde Nazi Almanyası’yla imzalanan Molotof-Ribbentrop dostluk ve saldırmazlık anlaşması akıllarına bile gelmemiştir.
Sanki Yunanistan gibi parlamenter bir rejimde yaşayan, sanki yarım yüzyıldır savaş yaşanan bir ülkede değil de, Yunanistan gibi bir AB ülkesindeymiş gibi “politika” yapan bir parti söz konusudur. Devrimci sürecin o dönemde merkezi olan Sovyetler Birliği’nde SBKP çizgisini ülke koşullarına yaratıcılıkla uygulama yerine olduğu gibi benimsemenin gerçek TKP için yarattığı sonuçlar trajediyse, bu partinin Yunanistan Komünist Partisi’ni taklit etmesi trajik komedi gibi bir sonuç doğurmuştur.
Sonuç olarak elbette biz SİP yöneticilerine iftira atmıyoruz. Onları Kongre Raporlarında kendilerini “devlet partisi” olarak ilan etmiş olmalarından söz ediyoruz. Herhangi bir yöneticisinin devlet ajanı olduğunu da iddia etmiyoruz. Sisteme, sistemin en stratejik politikasını destekleyerek eklemlendiğini belirtiyoruz. CHP nasıl bir “sistem içi” partiyse, SİP de öyledir. “Devlet partisi” terimini bu anlamda kullanıyoruz. Devlet açısından SİP’in anlamını ise şöyle anlatıyoruz: Devlet açısından bu haliyle SİP’in Kürt özgürlük hareketine karşı en küçük bir kullanım değeri olduğundan söz edilemez. Ancak bu parti yine de devlet açısından bir anlam taşımaktadır. SİP bugün de yeraltında örgütlenen gerçek TKP’yi ve Türk bölgesel emperyalizmine karşı savaşan PKK’yi uluslararası komünist ve işçi hareketi saflarında tecrit etme misyonunu yüklenmiştir. İşlevi tümüyle bu misyondan ibarettir ve kurduğu ilişkilerle bu misyonunu yerine getirmekte ne yazık ki önemli adımlar atabilmiştir. Partimiz TKP’nin aynı saflarda yüz yıllık bir tarih boyunca mücadele ettiği kimi kardeş partileri özellikle PKK’ye karşı mesafeli konuma getirmeyi başarabilmiştir. 2019 ve 2023 yıllarında partimizin uyarıları sonucu bir dizi kardeş partinin katılmamasına rağmen “Uluslararası Komünist ve İşçi Partileri Buluşması”nı İzmir’de gerçekleştirerek, içeride işçi sınıfı ve ezilen halklara karşı, yine içeride dışarıda ise Kürt halkına karşı savaş yürüten faşist diktatörlüğe meşruiyet kazandırmışlardır. TC devletinin onlara biçtiği rol tam da budur.
Hiç kuşkusuz tüm bu yıkıcı çabalara karşı kardeş komünist partiler arasında TKP’nin likidasyondan çıkma yönündeki mücadelesine ve Öcalan’ın programı temelinde PKK tarafından yürütülen Konfederal devrim mücadelesine, en önemlisi dünya çapında yankı yaratan özgürlükçü Kürt kadın hareketine derin sempati duyan ve fiili dayanışma içinde olan kardeş partiler ve ayrıca mesafeli davranan kardeş partilerde ise olumlu konum alan yoldaşlarımız da vardır.
Bu vesileyle uluslararası komünist ve işçi hareketine partimiz TKP’nin faşizm ve dünya savaşı şartlarında legal ve illegal mücadeleyi uyumlaştırarak, birçok komünist partisi gibi likidasyona varan ideolojik ve örgütsel krizden çıkmakta olduğunu duyurmak isteriz.
Biz Sovyetler Birliği’nde, Alman Demokratik Cumhuriyeti’nde, Bulgaristan Halk Cumhuriyeti’nde ve diğer sosyalist ülkelerde yaşanan karşı-devrimin ve TKP Genel Sekreteri Haydar Kutlu’nun bu karşı-devrim şartlarında partimizi likidasyona götüren yıkıcı çizgisinin sonuçlarıyla boğuşurken, Sosyalist İktidar Partisi’nde yıllarca anti-Sovyet ve anti-TKP propaganda yapan ve bir gün bile TKP’nin saflarında ve onun derin gizlilikte yürüttüğü sınıf mücadelesinde yer almamış, çoğunluğu ajan-provokatör Yalçın Küçük ile birlikte ve onun tayfası olarak 1980 öncesi Türkiye İşçi Partisi’nden atılmış olan kliğin, fırsattan istifade ederek “TKP adını” ideolojik hırsızlıkla gasp ettiğini kardeş komünist partilerinin dikkate almasını istiyoruz.
Söz konusu sahte “TKP” Türkiye’de hiçbir perspektife sahip değildir. Şu anda sahte “TKP”nin Türkiye işçi sınıfının ve anti diktatoryal güçlerin saflarında hiçbir etkisi ve yeri yoktur. Bu parti söz konusu güçlerle her türlü işbirliği ve ittifakı reddederek, kendisini bilerek izole etmektedir. Bu yolla kendisini faşist rejimle mücadelenin dışına çıkarmakta, ne parlamenter alanda ne de sınıf mücadelesi içinde hiçbir ciddi eylemde bulunmayarak, rejime karşı fiilen barış ilan etmektedir. Daha önemlisi bu parti rejimle mücadele etmediği gibi, esas olarak partimiz TKP’yi ve özellikle Kürt halkının öncü partisi PKK’yi komünist ve işçi hareketi saflarında izole etmekte rejimle tam bir işbirliği içindedir.
TKP, özellikle Avrupa kardeş komünist partilerine şu gerçeği hatırlatmak ister: Neo-faşist partiler göçmen düşmanlığı ile hemen her Avrupa ülkesinde güçleniyor. İslamofobi ve ırkçılık tırmanıyor. İsrail’in Filistin’de gerçekleştirdiği soykırım, bu göçmen kitleleri arasında radikal İslamcı terörist unsurları yeniden canlandırıyor. Bu durumda büyük Müslüman göçmen kitleleri arasında, PKK öncülüğünde örgütlü, bilinçli ve eylemli Kürt topluluğu Avrupa işçi sınıfının, demokratlarının güvenebileceği en büyük müttefik gücüdür. Bu güç Müslüman göçmenler arasında biricik ve en güçlü laik topluluktur. Aynı zamanda bu Kürt topluluğu kadın özgürlükçüdür. Avrupalı komünist ve demokrat kadınlar “Jin Jiyan Azadi” sloganıyla Kürt kadınlarla her geçen gün birleşmektedir. Avrupa’daki yurtsever Kürt örgütleri, diğer Müslüman göçmenler arasında DAİŞ terörünün etkisini kırmaya en yetenekli örgütlerdir.
TKP, bu Kürt göçmen toplumunu, her ülkede var olan komünistlerle ittifaka yöneltmek için var güçle çalışacak, komünistlerle PKK’lileri birbirine düşman etmek isteyen Türk devletinin yıkıcı çabalarına ve sahte “TKP”nin bu çabalara verdiği desteğe karşı mücadele edecektir.
Hiç kuşkusuz küresel emperyalist güçler Ortadoğu’da PKK’yi kendi amaçlarına yaklaştırma amacıyla büyük çabalar harcamaktadır. Kürt halkını Türk bölgesel emperyalizminin soykırımcı saldırıları karşısında kendisine muhtaç etmeye çalışmaktadır. Bu yıkıcı komploları boşa çıkartmanın yolu, PKK’yi sahte “TKP’nin” iftiraları temelinde küresel güçlerin kucağına itmek değil, tam tersine PKK’yle diyalog ve işbirliği yolunda Kürt halkıyla güçlü bir ittifak kurmaktır. Bu ittifakın önemini anlamak için 50 milyonluk Kürt halkının PKK öncülüğünde birleşmekte olduğunu ve bu halkın birkaç yüzbinlik silahlı özsavunma güçlerine sahip olduğunu görmek yeterlidir. Ortadoğu’da üçüncü dünya savaşının barıştan, özgürlükten ve sosyalizmden yana mı sonuçlanacağı, yoksa küresel güçlerin tüm Kürdistan’a, Ortadoğu’ya, Kuzey Afrika’ya ve Kafkasya’ya Rusya ve Çin’i dengelemek için egemen olmasıyla mı sonuçlanacağı Kürt özgürlük hareketinin ağırlığını hangi alternatiften yana koyacağına bağlı olduğunu da dikkate almak şarttır.
TKP bu olguları dikkate alıyor ve Marksist-Leninist teori ve politikaya bağlı bir parti olarak, arasındaki birçok farklara rağmen Kürt halkının dört parçada öncüsü olan PKK’yle ittifakı dünya savaşını önleme, önlenemediği durumda sosyalizme açılan anti-faşist, anti-emperyalist demokratik halk devrimine yönelme bakımından stratejik bir mesele olarak görüyor.
Komünistler proletarya enternasyonalizmini vazgeçilmez bir ilke olarak kabul ederler. Lenin’in ezilen ulusların, ayrı devlet kurmaları dahil, kendi kaderlerini tayin etme hakkına bağlıdırlar. Ezilen ulus birlikte yaşamaktan yana ise de birleşik mücadele ve bu birliğin anayasal temelde olmasını savunurlar. TKP’nin baş düşmanı sermaye sınıfıdır, burjuvazidir. TC devleti ise bu sınıfın devletidir. Rosa Luksemburg ile beraber Almanya Komünist Partisi-KPD kurucusu ve ilk başkanı Karl Liebknecht yoldaşın “Baş düşman kendi ülkemizdedir” sözü belirleyici önemdedir. TKP’nin öncelikle Türkiye’deki işbirlikçi oligarşinin bölgesel emperyalist devleti ile savaşmayı ve onu yıkarak sosyalizme açılan demokratik halk devrimini gerçekleştirmeyi önüne koyması partimizin birincil görevini ifade eder. Bu sınıf mücadelesinde de Türkiye işçi sınıfının müttefiği Kürt özgürlük hareketidir. TKP, birleşik mücadeleyi örerek zafere ulaşacaktır. Kazanan Türk, Kürt ve diğer uluslardan işçi sınıfı ve halklar olacaktır.
Türkiye Komünist Partisi
Merkez Komitesi
1 Ekim 2024