Türkiye Cumhuriyeti 100.kuruluş yıl dönümünü kutluyor. Bizler de Cumhuriyet’in 100.yılını kutlamayı isterdik. Ancak, kutlama yerine gerçekten demokratik ve sosyalist bir cumhuriyete ulaşma stratejisine yoğunlaşmak durumunda kalıyoruz. Çünkü, var olan cumhuriyet hepimizin içinde yaşayarak tespit ettiğimiz şekilde demokratik olmayan bir cumhuriyettir. Türkiye Cumhuriyeti’nin 100 yıllık tarihi, tek adam ve tek parti yönetimi, Alevi, Rum, Ermeni, Kürt, Ezidi, Asuri Nasturi, Süryani, Keldani soykırımları, darbeler ve askersel faşist diktatörlük dönemleri ile nitelenebilir. “Egemenlik kayıtsız şartsız Türk milletinindir” sözü ile başlayan TC Anayasa’sı tüm diğer milliyetlerin yok sayılmasının anayasal ve resmi tescilidir. Halbuki bu topraklarda birden fazla değişik milliyete sahip halklar yaşamaktadır. Cumhuriyetin politik ve yönetsel yapısı ise buna göre belirlenmemiştir.
Türk milletini bir kenara koyarsak bu devlette egemenlik de milletin değildir. Bu topraklarda emeğiyle, iş gücü ile tüm değerlerin yaratıcısı olan işçi sınıfının sömürülerek köleleştirilme dışında hiçbir hakkı yoktur. Diğer emekçi kesimlerin ve köylülüğün durumu farklı değildir. Dolayısıyla bu cumhuriyet nüfusun ezici çoğunluğunun ve tüm değerleri yaratan sınıfın temsilcisi değildir. Egemenlik hiçbir şekilde Türkiye işçi sınıfının ve halklarının değildir.
Türkiye Cumhuriyet’i burjuvazinin egemenliğinde olan bir cumhuriyettir. İşçi sınıfının, emekçilerin, köylülerin, Türkiye’de yaşayan ve TC yurttaşı olan halkların hiçbir söz hakkı yoktur. O nedenle 100.kuruluş yıl dönümünde Türkiye tekelci burjuvazisi kendi devletlerinin ve kendi egemenliklerinin kuruluşunu kutlamaktadırlar.
Türkiye’de cumhuriyetin kuruluşu ile içerde bu temel niteliksel sorun söz konusuyken, kendisini bu ülkenin sahibi gören tekelci burjuvazi ekonomik, politik ve ideolojik olarak bağımsız değildir. Milliyetçilik söylemleri ile mangalda kül bırakmayan egemen sınıflar kuruluşundan itibaren bu cumhuriyeti uluslararası emperyalist merkezlere göbekten bağımlı kılmışlardır. 1918 yılından 1921 yılına kadar sürdürülen Ulusal Kurtuluş Savaşı burjuvazinin sıklıkla propaganda ettiği gibi bir “Bağımsızlık Savaşı” veya “Milli Mücadele” olmamıştır. Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan itibaren emperyalizmin politik, ideolojik, askersel, ekonomik merkezlerine bağımlı kılınmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti’nde “demokrasi” burjuvazinin diktatörlüğüdür, adalet burjuva adaletidir, halklar, milliyetleri, dinler ve mezhepler arasında eşit haklar yoktur, laiklik kuruluşundan itibaren olmamıştır, TC devleti İslam’ın Sünni Hanefi mezhebini resmi din olarak ilan etmiş ve devletin Diyanet işleri Başkanlığını 1924 yılında kurmasıyla doğrudan devlete bağlı bir din olarak desteklemiştir. Dolayısıyla din ve devlet işleri ayrımı yerine devlet ile din işleri bütünleşmiştir.
Dersim ve Koçgiri katliamları ile Aleviler, Karadeniz’de ve daha sonra Orta Anadolu’da Rum katliamları ile zorunlu göçler, Ermeni Soykırımı’nın tanınmayıp kalan az sayıda Ermeni yurttaşların zorla asimile edilmeye çalışılması, Kürt halkının yok sayılıp türkleştirilme çabası ve katliamlar ile zorunlu göçlere maruz kalması, 40 yıldır Kürt halkına karşı yürütülen savaş, 100 yıllık cumhuriyetin toplumsal yapısının bir yanıdır. TC Devleti Kürdistan’ı “mahrumiyet bölgesi” olarak ilan etmiş ve sürgün yeri olarak belirlemiştir. 80’li, 90’lı yıllarda “Olağanüstü Hal Bölge Valiliği” ile sınırlarını dahi çizmiştir. Böyle bir devlet tüm halkların devleti olamaz. Ve böyle bir devlet demokratik değildir.
Türkiye Komünist Partisi, 10 Eylül 1920’de kurulduktan hemen sonra demokratik, sosyalist ve federatif yapıda bir Cumhuriyet’in kurulması için mücadeleye koyulmuştur. TKP kurulmadan önce Anadolu ve Rumeli’de faaliyet gösteren komünist gruplar bu faaliyetin içinden gelerek TKP’nin kuruluşuna katılmışlardır. TKP 1.Programı “Amele ve Rençber Şuraları Cumhuriyeti” hedefini koymuştur. TKP MK Genel Başkanı Mustafa Suphi yoldaşın söylemiyle, ulusal kurtuluş savaşı ile ülkenin bağımsızlığını kazanmak kadar önemli olan, ülke içinde sömürücü sınıfların egemenliğinin engellenmesidir. Komünist çeteler silah elde işgalci emperyalistlere karşı savaşmış, henüz nizami ordu kurulmadan büyük kahramanlıklara imza atmışlar ve direnişi örgütlemişlerdir. Bugün TC’nin resmi tarihinde bu mücadeleden söz edilmemektedir ve herşey Mustafa Kemal önderliğinde yürütülen bir “milli mücadele” ile anlatılmaktadır. Mustafa Suphi ve yoldaşları Ocak 1921’de atlı bir Kızıl Alay ile Bakü’den Türkiye’ye gelirken yolda dirençle karşılanmışlar ve sonunda Kemalist burjuvazi tarafından ve bizzat Mustafa Kemal Atatürk’ün emri, Kazım Karabekir’in uygulaması ile Karadeniz’in derin sularında, 1921 yılında, 28 Ocak’ı 29 Ocak’a bağlayan gece kalleşçe katledilmişlerdir. Bu katliam TC tarihinin ilk siyasi cinayetidir. Bu cinayet ile TC’nin emperyalizme bağımlı, kapitalist kalkınma modeli önündeki engeller temizlenmeye çalışılmıştır.
Türkiye Komünist Partisi, partimiz, Cumhuriyet’in 100.kuruluş yıl dönümünde 100 yıl önceki temel sorunların hiçbirinin çözülmediğini tespit ediyor. Sınıfsal ve toplumsal anlamda o gün hangi sorunlar ile karşı karşıya idiysek bugün de aynı sorunlar ile karşı karşıyayız. Bu nedenle TKP olarak, Sosyalist Federatif bir cumhuriyetin kurulması için mücadeleyi başa almış durumdayız. Bu da ancak işbirlikçi tekelci burjuvazinin egemenliğine son vermek ile mümkündür. Günümüzde Mustafa Kemal Atatürk yönetiminin kötü bir kopyası olan ve milliyetçi unsurlara dinsel unsurları daha fazla ekleyen bir yönetimle karşı karşıyayız. Dinsel unsurların güçlenmesi özünde cumhuriyetin kuruluşu sürecinde dışlanan kesimlerin bugün ülke yönetiminde daha fazla söz sahibi olmuş olmalarından kaynaklanmaktadır. TC’yi yönetenler eski yöntemler ile devleti yönetmeyi devam edemeyeceklerini anladıkları için “Türk-İslam Sentezi” temelinde kurdukları devleti sürdürme yöntemine baş vurmuşlardır. Müslüman kitlelerin desteğini almak için geliştirilmiş bir yöntemdir. Ancak, bu da bir oyalama ve işçi sınıfının, emekçi halkları yanıltma taktiğidir. Bunun da çare olmadığı görülmektedir. Olgunlaşmış tüm sınıfsal ve toplumsal sorunların çözümünün önünde hiçbir taktik üzün süreli kalıcı ve başarılı olamaz. Bu nedenle işçi sınıfının sınıfsal mücadelesi ile Kürt halkının özgürlük mücadelesinin birleşik stratejisi bu topraklarda demokratik ve federatif sosyalist bir çözümün güvencesidir. Ülkede gelişen birleşik mücadelenin her alanda elde ettiği mevziiler işçi sınıfının ve ezilen emekçi halkların zaferine bizi her gün daha fazla yakınlaştırmaktadır.
Zafere ulaştığımızda Mustafa Suphi ve yoldaşların tamamlayamadığı görevleri tamamlamış olarak gerçek kutlamalarımızı gerçekleştireceğiz. Safları sıklaştıralım, savaşımımızı güçlendirelim, yeni mevziiler kazanalım, zafer yakındır.
Türkiye Komünist Partisi
Merkez Komitesi
29 Ekim 2023