15 Temmuz 2016 darbe girişiminin Amerikancı-NATO’cu niteliği ortaya çıkmıştır. AKP-Saray Rejimi Amerikancı nitelemesini kullanmak yerine FETÖ’cü kavramını kullanmayı yeğlemektedir. Özünde kast ettikleri ABD’dir. ABD’yi ise bu konuda sıkıştırmak için Fethullah Gülen’in iadesini ısrarla gündem yapıyorlar.
ABD ve NATO, darbe girişiminin başarısızlığı belli olmaya başladıktan sonra, darbe girişimini eleştirerek “seçilmiş hükümet ve cumhurbaşkanına” destek verme söylemine geçmişlerdir. Arada geçen süre, darbe girişiminin akibetinin beklenmesi süresidir.
AKP-Saray Rejimi, halkların düşünme yetisi ile alay edercesine, darbe girişimi konusunda bilgilenmeleri konusunda “kara mizah” yapıyor. CB, “enişte” üzerinden, BB, “korumaları ve eş dost” üzerinden darbe konusunda haberdar edildiğini söylüyor. MİT saat 13:00’de haber aldığını ve TSK’ya faks çektiğini, daha sonra ise saat 16:00’da TSK Genelkurmay Karargahı‘nda toplantıya katıldığını açıklıyor. Bu arada CB ve BB’nin bilgilendirilmediğini ima ediyor. Hava ve Deniz Kuvvetleri Komutanları İstanbul’un iki yakasında düğünlerde, İçişleri Bakanı Erzurum’da, diğer bakanların hepsi bir tarafta. Bu ifadelerin tümü dezenformasyon amaçlıdır. Siyasi dedikodudur. Ülke insanlarını meselenin özünden uzaklaştırıp bu konulara kafa yormaları için planlanmıştır.
DARBENİN NİTELİĞİ
15 Temmuz darbe girişimi, 15 Temmuz karşı darbesinin koşullarını oluşturmak için planlanmıştır. Darbe süreci 15 Temmuz 2016’da değil, 7 Haziran 2015’de başlamıştır. Kararı ise 2014 Ekim’inde alınmıştır. Karşı-Darbe olarak nitelenmeye çalışılan darbe asıl darbe’dir, darbenin ta kendisidir.
AKP-Saray Rejimi 7 Haziran 2015 seçimleri ile yenilgiye uğramıştır. 7 Haziran 2015 ile 15 Temmuz 2016 arasında geçen süre AKP-Saray rejiminin güç kaybettiği, iç kavgalarının keskinleştiği, görüş ayrılıklarının arttığı zayıf dönemidir. 17-25 Aralık yolsuzluk soruşturmalarından sonra AKP ile Ergenekoncu güçler arasında sağlanan mutabakat, 15 Temmuz darbesinin alt yapısını oluşturmuştur. Bu ittifak dışında tüm güçlerin, ordu, bürokrasi, ticaret ve ülke idaresinden temizlenmesi kararı alınmıştır. Bu ise bir darbeyi gerekli kılmıştır.
16-18 Temmuz 2016 tarihleri arasında asıl darbecilerin kullandığı cihatçı-selefi güruh, onların kafa kesmeleri, linç pratikleri ve onlarca erbaşı boğaz köprülerinden atmaları, ABD başta olmak üzere NATO güçlerine ve de ülkedeki muhalif güçlere, “ülkeyi kanlı bir iç savaşa sürükleme yeteneğine sahibiz” mesajıdır. ABD ve NATO ise, Balkanlar, Akdeniz, Karadeniz, Ortadoğu ve Rusya sınırında, boğazlar üzerinde oturan bir ülkede böyle bir riski göze alamaz. AKP-Saray Rejimi ABD ve NATO’yu böylece nötralize etmiştir.
Planlanan asıl darbe için start 15 Temmuz’da verilmiştir. Niteliği sınıfsal anlamda burjuva, karakteri itibarıyla faşizan yöntemler kullanan bir yapıdadır. OHAL faşizan devlet yönetiminin bir biçimi olarak seçilmiştir. Karşı-darbenin baş rolünde ABD ve NATO yoktur. Ancak uzlaşma sağlanmıştır. Ordunun tepesindeki karşı darbeci generaller ve subaylar ABD/NATO ve Avrasya güçleri arasında bir denge oluşturma politikası izleyen unsurlardır. Bu politika AKP-Saray Rejimi’nin son üç yıldır sürdürülen politikası ile uyum içindedir, uyumlu olmayan yanları da çıkarlar gereği bu süreç içinde uyum haline getirilmiştir. İsrail’in burada oynadığı rol belirleyicidir. İsrail’in ve ABD’deki Yahudi Lobisi’nin uzun süredir ABD sermaye çevreleri, ABD’nin şahinleri ve ABD yönetimi ile çıkar çelişkileri yaşadığı bilinmektedir. Türkiye’deki rejim de ABD ile benzer sorunlar yaşamaktadır. Rusya ve müttefikleri ise ABD ve NATO’ya mesafe koyacak bir Türkiye’ye kendi uluslararası politikaları doğrultusunda kucak açmaktadır. 1991 sonrası İsrail’e yerleşen milyonlarca Rusya Yevri’sinin (Yahudisinin) İsrail devlet yönetiminde ve kabinede önemli noktalara yerleştikleri bir sır değildir. Bu anlamda, Türkiye, İsrail ve Rusya’nın çıkar birliği vardır. Özellikle uluslararası politikada güçler dengesinin yeniden oluşturulmasında ve özelde Ortadoğu’da ulus devletlerin yeniden yapılanmasında bu ittifak aralarındaki kimi çelişkilere karşın uzlaşabilmişlerdir.
Rusya, daha başından beri Rus jetinin vurulmasını ABD ve NATO’nun bir provokasyonu olarak değerlendirmiştir. Saldırının İncirlik Üssü’nden planlanıp uygulandığı, Türk jetleri ile Rus jeti arasındaki telsiz bağlantısının ABD tarafından İncirlik’ten kesildiğini duyurmuştur. Alman basınının kaynaklarına göre de Suudi Arabistan jetleri düşen Rus jetinin personelini yerde vurma görevini yerine getirmişlerdir.
DARBEYİ HAZIRLAYAN NEDENLER
Darbe, Türkiye’nin yaşadığı siyasal ve ekonomik sorunların burjuvazi açısından çözümüne yöneliktir. Ülkenin yaşadığı siyasal ve ekonomik sorunlar darbeyi hazırlayan nedenlerdir. “Tek Devlet, Tek Millet, Tek Bayrak” söylemi ile ifadesini bulan milliyetçi, kafatasçı irade, “Tek Mezhep” pratiği ile Türk-İslam Sentezi doktrini ile bu süreci yürütmüştür. ABD ve NATO ile bölgede yaşanan çıkar çelişkileri ve Türk dış politikasının iflası, AKP-Saray rejimi açısından dış politika alanında bunalımın ve çıkmazın sebebi oldu.
Rusya, Türkiye ve İsrail, “barışma” sürecinde henüz kamuoyuna açıklanmayan ABD ve AB’yi rahatsız eden önemli bir anlaşmaya imza atmışlar, İsrail, Suriye, Rusya ve Azerbaycan gazının Kıbrıs işgal bölgesi sınırlarında oluşturulacak bir merkezde toplanarak Avrupa ülkelerine dağıtılacağına dair süreci başlatmışlardır.
Uluslararası ilişkiler alanında, emperyalistler arası çelişkiler bu sonuçları doğururken, bölge ve iç politika alanında Türkiye, Kürdistan politikaları konusunda etkilenmeye çalışılmaktadır. Dört parçalı Kürdistan’ın bölgede sahip olduğu stratejik konum göz önüne alınarak Türkiye’nin ikna edilme süreci yürümektedir. Bunun sonucunda Suriye’nin yeniden yapılanmasında Federe bir Kürdistan’ın oluşması ile Türkiye Kürdistanı’nda ve Türkiye’nin genelinde Kürt halkının siyasal, sosyal, kültürel haklarının tanınması ve bu yolla Kürt sorununun “yumuşatılması” hedeflenmektedir.
7 Haziran darbesini gerçekleştirecek kadar seçmen iradesini hiçe sayan bir rejimin bu alanlarda isteyerek adım atması beklenemez. Özellikle Ortadoğu politikaları ve Kürt sorununa yaklaşım konusunda yapmak zorunda kalacakları manevralar, bu iki sahada yaşadıkları hezimetin ve kayıpların sonucudur. Kürt Özgürlük ve Ulusal Kurtuluş Hareketi Kuzey ve Batı Kürdistan’da yükselttiği direniş ve Kürt halkının topyekün desteği ile TSK’ya ağır yenilgiler yaşatmıştır, AKP-Saray Rejiminin planlarını geçersiz kılmıştır.
15 Temmuz darbe girişiminde aktif görev alan komutanların Kürt halkına karşı vahşi imha savaşının failleri olması bir tesadüf değildir. Kürt halkının direnişi TSK ve devletin diğer kademelerinde ciddi ve ayrımsal sorunlar oluşmasına sebep olmuştur. Ancak bu tablo, asıl karar vericilerin suçlarını hafifletmemektedir. Darbeciler ile karşı darbecileri birleştiren ortak niteliklerden biri bu olgudur.
DARBENİN GÜÇLERİ
AKP-Saray Rejimi şimdi sorumluluğunu kendisinin taşıdığı bu siyasal krizden çıkış yolu olarak bir yandan Ergenekoncu güçler ile ittifak halinde diğer güçleri darbe ile temizleme harekatına girişmiş, diğer yandan ise MHP ve CHP’yi yanına alarak, onların bugüne kadarki tüm söylemlerini etkisiz kılarak bir “Milli Mutabakat İradesi” yaratma planını devreye sokmuştur. Bu iradenin aynı zamanda hükümet alanında bir koalisyon yaratıp yaratmayacağı önümüzdeki yakın süreçte netleşecektir.
Dolayısıyla, MHP ve CHP, devlet yapısının bileşenleri olarak bu plana dahil edilmişlerdir. Daha önce özellikle Kürt ulusal sorunu konusunda her zaman son kertede bir araya gelen bu güçler, şimdi devletin bileşenleri olarak daha “işlevli” bir siyasi mutabakat oluşturma yoluna girmişlerdir.
AKP’nin “mağdur edebiyatı” ile demokrasi havarisi kesilmesi, CHP’nin “ulusal çıkarları korumak” adı altında AKP-Saray Rejiminin uygulamalarına çanak tutması, MHP içindeki muhalefetin bir anda sesinin kesilmesi ve otoriter milliyetçi söylemlerini artırması bu işbirliğinde üstlenilen roller ile ilgilidir. Bütün bu olgular gerçek ortak darbe girişimi sürecini gizleme amaçlıdır. İşbirlikçi tekelci burjuvazi, devlet bürokrasisi ve ordunun generallerinden oluşan oligarşik dikta görev başındadır. AKP, MHP ve CHP de çıkarlarını temsil ettikleri burjuvazinin siyasal alandaki aktörleri olarak rollerini oynamaktadırlar.
Buradan önemli bir çıkarsama yapmak gerekiyor. Kapitalist-Emperyalist Sistemin içinde bulunduğu ekonomik ve siyasal kriz, uluslararası alanda savaş yöntemleri ile istenen sonuçların elde edilememesi, bütün kapitalist sistem ülkelerinde ulus devletlerin yeniden yapılandırılmasını ve bunun da gerici bir nitelikte uygulanmasını gündeme getirmiştir. Fransa ve Almanya’da ilan edilen OHAL’ler, ABD’de Başkanlık seçimlerinden sonra beklenen otoriterleşme, Türkiye’deki “darbe girişimi” ve gerçek darbe sonucu getirilen OHAL, bu kurgunun ögeleridir. Devletin tüm kurucu ve taşıyıcı sınıfsal ve siyasal güçleri bu sürecin unsurları olarak bu kurguda yer alacaklardır.
DEVRİMCİ GÜÇLERİN GÖREVİ
Devrimci güçler, darbe girişimi, gerçekleşen asıl darbe, faşizan diktatörlük arasında bir tercih yapma durumunda değillerdir. Devrimcilerin görevi, çıkarları darbecilerin bu diktatörlüğü ile çelişen tüm halk kesimlerinin birliği temelinde mücadeleyi yükseltmektir. Halkların dini ve milli hassasiyetlerini burjuvazinin amaçları için kullanan bu iktidarın ve onu destekleyen koalisyonun gerçek yüzünü açığa çıkarmaktır.
Alevi vatandaşlara CHP’nin, dini hassasiyete sahip dürüst vatandaşlara AKP’nin, milliyetçi hassasiyeti olan vatandaşlara MHP’nin uyguladığı taktikleri açıklamaktır. Bu temelde AKP-Saray Rejiminin ve onu ayakta tutan koalisyonun yıkılması için tüm halk güçlerini, başta işçi sınıfı ve yoksul emekçi halklar olmak üzere ama aynı zamanda büyük burjuvazi ile çıkarları çelişen orta ve küçük burjuvaziyi bir araya getirmektir. Gerici, faşizan, diktatoryal iktidarın kitle tabanını pekiştirip, genişlemesini engellemektir.
Yürüyen darbe süreci ile rejimin sınıfsal yapısında olumluya yönelik hiç bir değişiklik olmadığı gibi, gericileşme yönünde olumsuz gelişmeler sürece damgasını vurmaktadır. Avrasya işbirliğine yanaşmaları da onların demokratikleşmesini sağlamayacaktır. Tam tersine ihtiyaçları olan otoriterleşmeyi güçlendirecektir. Kitlelerin bu tür ham hayaller ile kandırılmasına izin verilmemelidir.
Tarihteki diktatörlük ve faşizm deneyleri bize, sosyal-demokratların hiç bir zaman işçi sınıfı ve ezilen halk yığınları yanında yer almadığını ispat etmiştir. Almanya’da Hitler’e iktidarı sosyal-demokratlar altın tepside sunmuş, komünistleri sırtlarından hançerlemişlerdir. Almanya Komünist Partisi KPD liderleri Karl Liebknecht ve Rosa Luxemburg sosyal-demokrat içişleri bakanı tarafından katledilmişlerdir, aynen partimizin kurucuları Mustafa Suphi ve yoldaşları Kemalist burjuva Ankara Hükümeti tarafından katledildiği gibi.
CHP, bugün yaşadığımız tüm siyasal müsibetlerin tek sorumlusu olarak, Mustafa Suphilerin katli, Alevi katliamları, Rum halkına karşı uygulanan baskılar, Ermeni ve Süryani halklarına karşı işlenen soykırımın kabulü, Kürt halkının inkarı ve yok edilmeye çalışılması, işçi sınıfının her başkaldırı girişiminin bastırılması, 27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül darbelerinde üstlendikleri uğursuz roller ile yüzleşmeden, bunların resmi özeleştirisini yapmadan Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve temsil ettiği Türkiye tekelci burjuvazisine karşı muhalefet hareketi içinde yer alma hakkına sahip değildir ve olamaz. CHP ancak muhalafeti bölmek, frenlemek ve burjuvazinin çıkarları temelinde yanlış yönlendirme görevini yerine getirebilir.
Eğer CHP, bu konularda özeleştirel yaklaşımlar geliştirirse ve pratikte HDP/HDK güçleri, HE, BHH, HC ile, diğer demokratik oda, sendika ve kuruluşlar ile ortak toplantılar neticesinde, yürüyen fiili darbeye, OHAL’e karşı kesin tavır alır, demokratik bir anayasa, Kürt halkına yönelik vahşi imha savaşının sonuçlanması, NATO’dan çıkılması ve ABD ile tüm askeri anlaşmaların iptali konusunda politika belirlerse, CHP’de değişiklikler oluyor demektir. AKP-Saray Rejiminin pankart ve dekorlarının gölgesinde, “Hakimiyet Milletindir” belgisi altında düzenlenecek yığınsal mitingler yerine, devrimci-demokratik güçler ile birlikte mitingler düzenlemeyi kabul ederse bizim yaklaşımımız da farklılaşır. Değilse, 24 Temmuz Taksim “Hakimiyet Milletindir” mitingi düzenlemeyi bilen bir CHP, neden bu kitleyi 10 Ekim 2015 Ankara Katliamı için protesto mitingine davet etmedi veya Kürt illeri yakılıp yıkılırken, sivil halk katliamlara maruz kalırken neredeydi, veya Bursa Otomotiv Direnişinde neden böyle bir miting çağrısı yapmadı veya en önemlisi 24 Temmuz’da miting çağrısı yaptığı 1 Mayıs alanına neden aynı kitleyi 1 Mayıs 2014, 2015 veya 2016’da çağırmadı. CHP’nin bu ilkesel devletçi yaklaşımı değişmediği sürece devrimci, demokratik, sosyalist güçlerin muhatabı olamaz. Sosyalistler ve komünistler bu oyuna müsaade etmemelidir. Devrimciler, Sosyalistler ve Komünistler, CHP tabanındaki işçi, emekçi, Alevi seçmene, aynı AKP tabanındaki işçi, emekçi ve dürüst dini hassasiyetleri olan seçmene yaklaştığı gibi yaklaşmalı, bu seçmen kitlesini burjuvazinin etkisinden kurtarmalıdır.
MÜCADELE HEDEFLERİMİZ
Türkiye Komünist Partisi, kapitalizme karşı sosyalist toplum düzeninin başta işçi sınıfı olmak üzere tüm emekçi halkların çözümü olduğunu savunan bir partidir. Ancak gerici, faşizan diktatörlükler döneminde ilk etapta ulaşılması gereken bu diktatörlüklerin yıkılmasıdır. Bu amaçla da bu diktatörlükle çıkarları çelişen en geniş halk yığınlarının ortak mücadelesinin yükseltilmesidir.
Barış ve Demokrasi İçin Birlik belgisi altında tüm devrimci ve demokratik güçlerin bir araya gelmesinin nesnel koşulları vardır. Öznel koşullar eksiktir. Devrimci güçlerin yığınlar içinde örgütlülüğü yetersizdir. Ancak böylesi dönemlerde, en geniş kesimlerin hem yerel hem de merkezi düzeyde bir araya gelebilmelerinin koşullarını sağlamak mümkündür. Yerellerde Demokrasi Meclisleri ve ülke çapında merkezi Demokrasi Konseyi; işyerlerinde, fabrika, atölye, tersane, maden, inşaat ve organize sanayii bölgelerinde, İşçi Grupları ve İşçi Komiteleri, Sanayii Bölgelerinde İşçi Meclisleri ve ülke çapında İşçi Konseyi yapılanması sağlanmalı, bu grupların, komitelerin, meclislerin ve konseyin yerel ve ülke çapındaki Demokrasi Meclisleri’nde bileşen olarak rol almaları sağlanmalıdır. İşçi grupları, komite ve meclisleri sendikalara alternatif değil, işçilerin sorunlarının sendikalar bünyesine taşınması, ele alınması ve çözümü konusunda aşağıdan yukarıya baskı mekanizması oluşturmak ve geniş işçi emekçi yığınları sendikal mücadeleye kazanmak için kurulmalıdırlar.
Birleşik demokratik mücadele ortak istemler temelinde geliştirilmeli, yerel meclisler bu istemleri en geniş yığınlar içinde, işçi meclisleri en geniş işçi-emekçi kesimler arasında yaygınlaştırmalı, bu istemler temelinde halkın kendi demokratik örgütlenmesini yaratmalıdır.
Türkiye Komünist Partisi, tüm örgüt, üye ve çevresi ile, Türkiye ve Kürdistan’ın en geniş Barış ve Demokrasi güçlerinin asgari müştereklerde birleşerek yükseltecekleri mücadelede, diğer devrimci güçler ile görevlerini yerine getirmek için seferberlik ilan etmiştir. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana ulus devletin şekillenmesinde belirleyici rol oynayan darbeler tarihini ve yaşadığımız darbe sürecini el birliği ile bir daha geri gelmemek üzere toplumsal yaşamımızdan çıkarmalıyız.
Türkiye Komünist Partisi
Merkez Komitesi
25 Temmuz 2016