Komünistler toplumdaki uzlaşmaz (antagonist) çelişkinin ancak toplumsal ve siyasal bir devrimle çözüleceğini söylerler. İşçi sınıfının iktidarı kurulmadan, üretim araçları üzerindeki özel mülkiyete son verilmeden hiç bir toplumsal sorunun köklü ve kalıcı olarak çözülmeyeceğini bilirler. Komünistler, bu doğruyu savunurlar ve o amaca varmak için örgütlenirler, mücadele ederler, fakat komünistler kapitalist toplumda küçük bir azınlığı ifade ederler. İşçi sınıfının bu görüşleri içselleştirmesi ve bu uğurda mücadele etmesi, sınıfın bilinçlenmesi ile mümkündür. İşçi sınıfı dışında geniş halk yığınlarının mücadeleye katılmasının koşulları da işçi sınıfının mücadelesinin yükselmesine bağlıdır. Farklı koşullarda yükselen halk hareketleri, işçi sınıfının bilinçli mücadelesi ile birleşmediği sürece sürekliliğini koruyamaz ve gelişemez.
İşçi sınıfının bilinçlenmesi temelinde mücadelesini yükseltmesi öncelikle ekonomik ve sosyal sorunları çerçevesinde olur. Sendikal mücadele ve yerellerde ekonomik-sosyal sorunlar çerçevesinde yürütülen demokratik çalışmalar bunun ifadesidir. Sınıf, kendi öz sorunları için harekete geçer. Bu harekete geçiş ilk aşamada siyasi değil ekonomik ve sosyal tabanlıdır. İşçi sınıfının politik örgütünün, komünistlerin, sınıf içindeki çalışmaları mücadelenin siyasi yönelimini belirler. Bu alan sınıf mücadelesinin en önemli alanıdır.
Bu alanın dışında ülkemizde sınıfı harekete geçirecek ve geniş halk yığınlarının sahip çıkabilecekleri farklı sorunlar da mevcuttur. Bunlardan biri Kürt ulusal sorunudur. Kürt ulusal sorununun varlığı Türkiye nüfusunun dörtte birinden fazlasını doğrudan ilgilendiriyor ve bir o kadar da bu soruna duyarlı kürtler dışındaki nüfusu meşgul ediyor. Kürt ulusal sorununun çözümü konusunda yürütülen ulusal demokratik mücadele geçtiğimiz on yıllarda belirli bir olgunluk aşamasına yükselmiştir. Ulusal bilinç gelişmiş, ulusal sorun temelinde yürüyen mücadele en genel anlamıyla sınıf mücadelesinin önemli bir bileşeni düzeyine gelmiştir. Kürt ulusal sorununun çözümü konusunda bu açıdan olumlu bir gelişme söz konusuyken, egemen sınıfların Kürt halkının haklı taleplerine verdiği yanıt baskı, terör ve imha yöntemlerinin uygulanması olmuştur. Kürt halkı sadece ulusal anlamda değil, aynı zamanda ezici çoğunluğu, işçi, emekçi ve yoksul olan bir halk olma özelliği taşıyor. Bu nedenden dolayı da sınıf savaşımı Kürt halkı için de önem kazanıyor. Kürt halkı ulusal baskı karşısında devlet ile karşı karşıya geldiğinden dolayı, bu karşıtlık, Kürt halkının sınıf savaşımında da daha aktif ve dinamik bir rol oynayabilmesinin koşullarını yaratıyor.
Kürt halkına karşı egemen sınıfların, devletleri eliyle yürüttüğü savaş, Kürt halkının geniş yığınlarının savaş karşıtı bir konumda yer almalarını sağlıyor. İçeride ve dışarıda geliştirilen saldırganlık uygulamaları, savaşın finansmanının geniş işçi ve emekçi kesimlerin sırtından finanse edilmesi ile mümkün oluyor. Bu da nesnel olarak işçi ve emekçi kesimlerin savaşa karşı olmalarının koşullarını yaratıyor. İçeride ve dışarıda yürütülen savaş politikaları en büyük olumsuz etkisini işçi, emekçi ve yoksullar üzerinde gösterirken, genel anlamda ülkede çalışan kesimlerin yaşamlarını da olumsuz yönde etkiliyor. Ülke ekonomisinin savaş endeksli niteliğe bürünmesi, bu savaşın finansmanı ve bu savaş finansmanından ötürü sosyal ve ekonomik alanlarda yaşanan olumsuz gelişmeler, toplumda çalışarak ve iş gücünü satarak yaşayan tüm toplumsal kesimlerin nesnel çıkarları ile çatışıyor.
Biz savaş politikalarının kapitalizmin doğasından kaynaklandığını ve özellikle kapitalizmin emperyalizm aşamasında savaş politikalarının bu rejimlerin yaşamlarını sürdürmeleri için tereddütsüz uygulamak zorunda oldukları bir yöntem olduğunun bilincindeyiz. Bütün mesele, bu gerçeği işçi sınıfı, emekçiler ve geniş halk yığınları tarafından kavranmasının sağlanabilmesidir.
Savaşa karşı olmak, barış istemek, özünde sömürü düzenine ve kapitalizme karşı olmaktır. Bilinç olarak henüz bunun ayrımına varmamış işçi ve emekçiler, yoksul halklar, komünistlerin yürüteceği çalışmalar sonucunda savaşa karşı barış istemi temelinde bir araya gelebilecek ve istemlerini yükselteceklerdir. Barış hedefinin, ulusal sorunun çözümünde, toplumdaki ekonomik-sosyal sorunların çözümünde, işgücü sömürüsünün çözümünde oynayacağı rolü zaman içinde, mücadele sürecinde göreceklerdir.
Biz kapitalizm sınırları çerçevesinde kalıcı ve köklü bir barışın sağlanamayacağını biliyoruz. Barışın garanti altına alınmasının toplumun temel sorunlarının devrimci yoldan çözülmesine bağlı olduğu konusunda tereddüt etmiyoruz. Ancak toplumun geniş kesimleri henüz bunu görmüyorlar ise, bu bilincin yaratılması kendi öz deneyleri temelinde sınıfın öncülerine düşmektedir. Barış istemi, ulusal, ekonomik ve toplumsal tüm sorunların çözümünde, en geniş toplumsal kesimleri bir araya getirecek asgari bir müşterek olarak değerlendirilebilir. Ve de bu asgari müşterek bütün bu geniş toplumsal kesimleri nesnel olarak burjuvazinin egemen olduğu devlet ile karşı karşıya getirir. Sadece barış mücadelesi temelinde yaratılan ortak payda, diğer, ekonomik, sosyal, toplumsal ve ulusal sorunların çözümünde birleştirici bir platform görevi görür. Barış için mücadelenin egemen sınıflar ve burjuva devletleri tarafından en ufak kıpırtısında “komünist eylemlilik” olarak nitelendirilmesinin altında yatan neden budur. Bu özelliği de barış için mücadeleyi sınıfsal mücadelenin önemli bir ögesi haline getiriyor.
Bu nedenle ulusal sorunun çözümü için mücadele de, barış için mücadele de, sosyalist devrim için yürütülen sınıf savaşımından ayrı düşünülemez. “Demokratik bir barış” adı altında kapitalizm sınırları çerçevesinde bu sorunların çözüleceğini propaganda eden, sağ revizyonist, sosyal demokrat, reformist ve “sol” liberal görüşler işçi sınıfının mücadelesini saptırmak için görevlerini yerine getiriyorlar. Kuşkusuz ki, barış ve demokrasiden yana olacağız. Kapitalizm koşullarında barış ve demokrasi mücadelesi vereceğiz. Fakat işçi sınıfının, yoksul emekçilerin ihtiyaç duyduğu barış ve demokrasi ortamının köklü ve kalıcı tesisinin ancak kapitalizmin devrimci yoldan aşılması ile mümkün olacağını komünistler olarak her zaman kendimize rota olarak tayin edeceğiz. Bunun böyle olması, bizden daha geri istemler içinde olanlar ile, kapitalizm sınırları çerçevesinde barış ve demokrasi elde edeceklerini zannedenler ile iş birliği yapmamızın önünde engel değildir. İşçi sınıfının politik öncüleri, bu kesimleri de mücadele süreci içinde toplumsal olarak ihtiyaç duyulan hedefe yönelteceklerdir. Bu çalışma da komünistlerin örgütlü faaliyetlerinin önemli görevleri arasındadır.
Lenin, 1915 Temmuz-Ağustos ayında bu konuda Proletarskaya Revolutsiya dergisinde bu gerçeği dile getiriyordu: “Sosyalistler, ikiyüzlü laf cambazlarının, demokratik bir barış olasılığı üzerine söz ve vaatlerle halkı aldatmalarına fırsat vermemeli, her ülkede o ülke hükümetine karşı devrimci bir savaşımlar dizisi verilmedikçe, demokratik barışa uzaktan-yakından benzer bir sonuca varma olasılığı bulunmadığını yığınlara anlatmalıdırlar. Sosyalistler, burjuva siyaset adamlarının, ulusların özgürlüğü üzerine söylevler vererek insanları aldatmalarına fırsat vermemeli, ezen ulusların halk yığınlarına, öteki ulusların ezilmesine yardım ettikleri ve o ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını, yani ayrılma özgürlüğünü tanıyıp yüce tutmadıkları sürece, kendilerinin özgürlüğe kavuşmayı beklememeleri gerektiğini anlatmalıdırlar. Barış sorunuyla ulusal sorunda, emperyalist siyasetten farklı olarak, bütün ülkelerde güdülecek sosyalist siyaset budur.”
Bu yazısında Lenin, ulusal sorunun çözümü ile barış mücadelesi arasındaki sıkı bağa dikkat çekiyor. Ülkemizin güncel siyasi durumunda ve sınıf savaşımının geliştirilmesinde Lenin’in bu yazısında yaptığı saptamalar önemli fikirler içermektedir. Atılım’ın Eylül 2015 tarihli 263.sayısında Lenin’in bu yazısının tamamı yayınlanmıştır. Güncel durum itibarıyla yeniden okunmasını ve ulusal sorunun çözümü için mücadele ile barış için mücadelenin sınıfsal yanının bağı konusunda kurduğu diyalektik bağa dikkat edilmesini tavsiye ederiz.