Alman Komünist Partisi DKP Tezleri

Alman Komünist Partisi DKP’nin 21. Parti Kongresine sunulan Yönlendirici Karar Tasarısı

Alman Komünist Partisi DKP Tezleri

Alman Komünist Partisi DKP

Kardeş Alman Komünist Partisi’nin 21.Kongresi 14-15 Kasım 2015 tarihlerinde gerçekleştirildi. Bu kongreye sunulan tezler Ekim 2014’de tartışmaya açıldı. Dünyanın yeni koşullarında komünistlerin yaklaşımları konusunda önemli tezler içeren bu belge ayrıntılı biçimde tartışıldı.

Uluslararası alandaki gelişmeleri, özellikle Sosyalist Dünya Sistemi sonrası dönem temelinde inceleyen, Kapitalist / Emperyalist ülkelerde üretici güçler ve üretim ilişkilerindeki değişiklikleri irdeleyen, bu temelde mücadelenin gelişimi konusunda çözümlemeler içeren, Reel Sosyalizm’in bugün kapitalistleşen ülkelerindeki süreçleri irdeleyen tezler, Alman komünistlerinin sınıf mücadelesi, anti-faşist mücadele, anti-tekel mücadele ve devrim stratejileri ile ilgili görüşlerini tartışmaya açıyor. Tezler aynı zamanda, Alman partisinin örgütlenme stratejileri, birlik sendikalarına yaklaşımı, işçi sınıfının birliği, barış için savaşımının önemi ve sosyalist gençlik örgütlenmesinin yönelimi konusunda görüşler içeriyor.

Uluslararası Komünist Hareket Sovyetler Birliği’ndeki karşı devrimden beri homojen bir yapı arzetmiyor. Zamanında KOMİNTERN ve daha sonra SBKP ile BARIŞ VE SOSYALİZM SORUNLARI Dergisi çerçevesinde yürütülen ortaklaşmış teorik, ideolojik çalışmalar ve bu çalışmaların sonucunda geliştirilen ortak uluslararası politikalar alanında yirmi beş seneyi aşkın bir boşluk var. Uluslararası Komünist Hareket ideolojik bir merkeze sahip değil. Bu yönde her yıl tekrarlanan Uluslararası Komünist ve İşçi Partileri Buluşmaları, bu yönde değerli bir çalışma olmasına karşın istenen sonucu üretemiyor. Herhangi bir partinin de kendisini merkeze koyması ve o işlevi yerine getirmeye çalışması günümüz açısından çok fazla gerçeklerle örtüşmüyor. Bize göre Sovyetler Birliği’ndeki karşı-devrim ve Rusya Federasyonu’ndaki tüm geri dönüşlere rağmen dünün Sovyet bugünün Rus komünistlerinin özellikle yaşadıkları ve yaşamaya devam ettikleri deneyim dolayısıyla önemli işlev ve katkıları olmalıdır. Aynı şekilde, Çin Halk Cumhuriyeti’ndeki “Maocu” dönemin ardından, gerçekleştirilen teorik ve ideolojik öz eleştiriler sonrasında, ve ÇKP’nin son 20 yıldır uygulamaya çalıştığı strateji temelinde ÇKP’nin deney ve tartışmaya katkıları sonucu ne olursa olsun değerlendirilmek üzere dikkate alınmak zorundadır. Alman komünistlerinin bugünkü tartışmaları da bir o kadar uluslararası anlamda KP’lerin teorik ve ideolojik tartışmalarına önemli bir katkı sağlıyor. Nitelik açısından dünyanın ikinci önemli emperyalist devletinde ve proletaryanın uluslararası mücadelesinde belirleyici katkıları olan Alman komünistlerinin tartışmaları dikkate alınması gereken süreçlerdir.

Marx ve Engels’in yetiştikleri ülke olan, Lenin ve Stalin yoldaşların Marksizm Leninizm’i geliştirip uygularken son derece yararlandıkları deneyler içeren bu ülke ve komünistleri, özellikle 1949 ile 1989 yılları arasında 40 yıllık Demokratik Alman Cumhuriyeti döneminde teori ve ideolojinin gelişmesine azımsanmayacak ve küçümsenmeyecek katkılarda bulunmuşlardır. Özellikle Demokratik Alman Cumhuriyeti’nin varlığı nedeniyle anti-komünizmin had safhada olduğu ve komünistlerin “bir numaralı vatan hainleri” olarak nitelendirildikleri, devlet dairelerinde hala komünist oldukları için meslek yasakları ile engellendikleri bir ülke komünistleri çok zor ideolojik koşullar altında mücadele ediyorlar. Ve tüm yaşanan süreçlere rağmen Alman partisi burjuvazi ve onun devleti tarafından likide edilemedi. Bu deneylerin tezlere yansıması ve çıkarılan sonuçlar ile belirlenen politik yönelim tüm dünyanın komünistleri için zengin bir hazinedir. Ve burada altı çizilmesi gereken en önemli konu, DKP’nin hiç bir zaman Marksist-Leninist ilkelerden taviz vermeden, o ilkelere sıkı sıkıya bağlı kalarak yeniden güçlenme yolunda adımlar atmasıdır. Bu yaklaşımın doğal sonucu olarak aynı ilkeli yaklaşım, yeni tipte Leninci Parti konusunda da geçerlidir.

Sınıf mücadelesinin bu denli zor bir cephesinde savaşan Alman komünistleri, anti-komünizmin bu derece yüksek olduğu gelişmiş kapitalist ve emperyalist bir ülkede, teorik, ideolojik ve politik zenginleşmeye katkılarını gerçekleştiriyorlar.

Biz bilinçli olarak bu sayıda henüz taslak halindeki metni dikkatlerinize sunuyoruz. Bu yolla, önümüzdeki sayılarda hacmi de iki katına çıkan bu tezlerin Kongre’de onaylanmış biçimi ile karşılaştırma ve neyin, niçin geliştirildiği, eklendiği veya çıkarıldığını inceleme olanağımız olacak. Kongre’de onaylanan tezleri önümüzdeki sayılarda iki bölüm halinde sizlere sunacağız.

Taslak’tan karar sürecine yönelişte yürütülen tartışmalara ilişkin tartışma metinlerini, farklı görüşleri, kimi zaman sertleşen üsluplar da dahil belgeleri DKP’nin web adresinden takip edip incelemeniz mümkündür. (ilgili dökümanlar http://news.dkp.suhail.uberspace.de/kategorie/21-parteitag/ sayfasında yayınlanmıştır). Bu tartışmalarda parti örgütlerinin faaliyet alanlarının özelliklerine koşut olarak tezlerin tartışılmasında sundukları katkıları bu dökümanlardan izlemek, canlı bir parti mekanizmasının yaşamdaki karşılığıdır.

Bu konudaki düşünce, öneri ve olası eleştirilerinizi partimizin tkp.bilgi@gmail.com adresine yazılı olarak iletirseniz, bu katkıları Alman yoldaşlarımıza iletip geri dönüş sağlamayı da bu tartışamalara katkı açısından bir görev olarak algılıyoruz.

Bu tezlerin ülkemizde de siyasi güçlerin gelişmelerin analizine düşünsel anlamda katkı sunabileceği ve bizlerin uluslarası deneylerden yararlanabileceğimiz düşüncesinden yola çıkarak sizlere bu belgeyi dikkatle incelemenizi öneriyoruz.

ATILIM Redaksiyonu

 

Alman Komünist Partisi DKP’nin 21. Parti Kongresine sunulan Yönlendirici Karar Tasarısı

DKP Eylemde – Bilanço çıkartmak, yeni olanı anlamak, fırsatları değerlendirmek için – Tekellerincüne, savaş politikalarına ve sağa kaymaya karşı

Parti programımızın kabul edildiği 2006’yı takip eden yıllarda sosyalizmin, Sovyetler Birliği’nde ve reel sosyalizmin diğer ülkelerinde karşı devrimin zaferine yol açan çöküşünün ve yok edilişinin uzun vadeli uluslararası sonuçları daha da belirginleşmiştir.

Aynı zamanda üretici güçlerin sınıf ve toplum yapısında yeni değişimlere yol açan hızlı gelişmelerini görmekteyiz. Bunlar ve kriz sonuçları işçi sınıfının bilinç gelişimi, örgütlenme ve mücadele gücü üzerinde müthiş etkide bulunmaktadırlar. Ücretli emek ve sermaye arasındaki çelişki daha da sertleşmektedir.

Dünya, savaşların, iç savaşların ve emperyalist devletlerin askeri müdahalelerinin dramatik bir artışı ile karşı karşıyadır. Sermayenin ana ülkelerinin, ama özellikle ABD ve NATO ortaklarının saldırgan politikaları, kriz ocaklarını körüklemekte ve alan yangınlarının ortaya çıkması tehlikesini artırmaktadır.

Bu ülkeler yeni savaşlar için silahlanmaktadırlar. Ve kendilerini askeri araçlar ve mültecilere karşı sert politikalarla koruma altına almaktadırlar. Irkçılık ve yabancı düşmanlığı artmakta, açık faşist partilere destek artmaktadır.

Dünya çapında 50 milyondan fazla insanın mülteci olmasının nedeni savaşlar, kovuşturmalar, doğanın talan edilmesi ve çevrenin yok edilmesidir. Çevrenin korunması ve dünyanın ısınmasına karşı mücadele kâr getirmediği müddetçe ikincil önemde kalmaktadır.

Sermayenin merkezlerinde de yoksul ve zengin arasındaki uçurum derinleşmekte, toplumsal çelişkiler sertleşmektedir. Özellikle kadınlar sömürüden, yoksulluktan ve bunların sonucunda da toplumsal yaşamdan dışlanmadan etkilenmektedirler. Mücadele ile elde edilen sosyal kazanımlar geri alınmakta, demokrasi kısıtlanmakta, siyasal ve işçi hakları tehdit altındadır, Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde sağ güçler ve faşistler mevzii kazanmaktadır.

Bu gelişmeler 2008 krizinden bu yana daha da sertleşmişlerdir.

Bunlar biz komünistler için görev çağrısıdır. Yeni gelişmeleri analiz etmeliyiz. Buna uygun özgül bir stratejiye ve bugün Komünist Partisi üyesi olunmanın ne anlama geldiğine dair ortak bir anlayışa gereksinimimiz vardır. Uzun süredir tartışılan sorunlara birlikte bulduğumuz yanıtlara bağlı kalmak istiyoruz; diğerlerini tartışmaya devam edeceğiz.

Savaş tehlikesi artmaktadır

Tekelci kapitalist emperyalizm çağının tümüne özgün, dünyanın tekeller ve emperyalist güçler arasında yeniden paylaşım mücadelesi keskinleşti. Etki alanları, pazar payları ve tedarik yollarının kontrolü üzerine verilen emperyalist savaşlar, kapitalizm içi rekabetin sonuçlarıdır. Kapitalizmin yasal, eşitsiz gelişiminin, koşulları sürekli değiştirdiğini; koalisyonları dağıttığını, yenilerinin kurulmasına yol açtığını göstermiştir.

DKP - Kriz danışmanlarımızGerçi uluslararası ekonomik bütünleşmeler ve transnasyonal örgütlü üretim bazı sermaye grupları için savaşa girme yatkınlığı önündeki eşiği yükseltebilirler, ama sonunda gerilimlerden, militaristleşmeden ve savaştan koruyamazlar. Kapitalist sistem var olduğu müddetçe, politikanın diğer araçlarla devamı olan savaşın bir tehdit olarak kalması devam edecektir.

Genel olarak 1989/1990 kesintisinden bu yana acımasız bir tekelci dünya pazarı rekabetinin hızlandığı kanıtlanmıştır. Kaide olarak ABD ve NATO ortaklarınca teşvik edilen savaş tehlikesi ve savaşlar, o zamandan beri artmıştır: Yugoslavya’dan Afganistan’a, Irak, Libya, Suriye ve Mali’den Ukrayna ve Venezuela’ya kadar.

Büyük bölgeler emperyalist güçlerin – özellikle öncü güç olan ABD’nin – tasavvurlarına göre yeniden sınıflandırılmak ve onların iktisadi ve stratejik gereksinimlerine göre yeniden yapılandırılmak istenmektedir. Dünya çapındaki kriz senaryosu 21. Yüzyıl’ın başlangıcından bu yana emperyalist »tek kutuplu« dünya savunucuları ile »çok kutuplu« dünya savunucuları arasındaki karşıtlık tarafından belirlenmektedir.

BRICS-Grubu ülkeleri (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin, Güney Afrika) çelişkilere rağmen ABD, NATO ve AB’nin egemenlik istemlerinin önüne set çekilmesine bir katkı sağlamaktadırlar. Bu, Rusya’nın, NATO’nun doğuya ilerlemesini sınırlama girişimleri için de geçerlidir. Küresel strateji açısından tehlikeli ihtilaflar ortaya çıkmaktadır. ABD »Pasifik gücü« olarak ortaya çıkmak istemekte ve Çin Halk Cumhuriyeti’nin askeri olarak kuşatılması çabalarını artırmaktadır.

Alman emperyalizmi daha fazla saldırganlaşıyor ve militaristleşiyor. Bu eğilim 1945 sonrası döneme göre yeni bir nitelik kazanmıştır. Alman emperyalizmi AB’nin düzen ve yönetici gücü olarak rolünü genişletmek istemekte ve AB’ni dünyadaki etki alanları ve hammaddeler için verilen mücadelede kullanmaktadır. Federal Ordunun savaş yetisi silahlanma projeleri ve Afganistan’dan Merkez Afrika’ya kadar yurt dışı görevleriyle artırılmaktadır. Militarizm, toplumun tümüne nüfuz eden bir olgudur. Bu olgu, askersel sanayi kompleksi ve politik erk tarafından geliştirilmektedir.

Alman halkının Almanya’nın başlattığı iki dünya savaşının sonuçlarından elde ettiği deneyimler ve barış hareketinin on yıllarca süren mücadelesi, Alman politikalarının militaristleştirilmesinin önünde engel teşkil etmektedir. Bu nedenle »Büyük Koalisyon« ve onları destekleyen kitle medyası, halkın militarizm lehine »yeniden eğitilmesi« ve manipüle edilmesi için verdikleri çabaları artırmaktadır.

Sömürü artmaktadır

Dünya ekonomisi zengin kapitalist ülkelerin burjuvazilerinin kronik birikim fazlası krizini aşma usullerince belirlenmektedir. ABD emperyalizmi, Dolar’ın hâlen söz konusu olan üstünlüğünü kullanarak, ekonomik gücü ile para basma kombinasyonuna güveniyor. Alman emperyalizmi, tüm dirençlere rağmen, AB’ne sert tasarruf politikaları dayatıyor. Kronik dengesizlikler bu şekilde sadece derinleştirilmektedir.

1990’lardan bu yana »transatlantik serbest ticaret« projesi geliştirilmiştir. TTİP / CETA görüşmeleri ile proje tekrar kuvvetlendiriliyor. Bu, kapitalizmin öncü ülkelerinin gelişmekte olan eşik ülkeler karşısında olan ekonomik üstünlüklerini sağlamlaştırma denemesidir. Çok uluslu tekeller »yatırımların korunması« kisvesi altında yasal müdahale yaklaşımlarından kurtulmak ve çalışma koşullarının düzensizleştirilmesini hızlandırmak istiyorlar.

BRICS-Grubu ülkeleri kendilerine ait bir Kalkınma Bankası kurarak, uluslararası alanda hareket eden tekellerin rekabetine korumasız maruz kalmamak için araçlar yaratmaya başladılar. Bu ülkeler bu şekilde kesinlikle anti-emperyalist olmuyorlar ve kesinlikle anti-emperyalist hedeflere sahip değiller, ancak konum alışları ve icraatlarının büyük bölümü itibarıyla nesnel olarak öyledirler.

Alman emperyalizmi, Almanya’yı daha kriz başlamadan yüksek emek üretkenliği koşulları altında bir düşük ücret ülkesi hâline getirmeyi başarmıştır. Bu, zayıf bir direnç ve büyük ölçüde sendikaların katılımı sağlanarak gerçekleştirilmiştir. Bu, Almanya’nın AB’nin güney çeperindeki ülkeleri, AB ve Euro’yu kullanarak ihracat merdanesi altında boyunduruğuna sokmasının ön koşuluydu.

Almanya’da da yoksul ve zengin arasındaki uçurumun derinleşmesi, kitlesel yoksulluk ve kentlerde sefalet mahallelerinin oluşması gerçeği ile karşı karşıyayız. Bir çok büyük kentte kirası ödenebilecek durumda olan konut bulunamaz durumda. Ülkemizin bir çok bölgesinde çocukların yoksullaşması kitlesel bir olgu hâline geldi.

Özellikle kadınlar çoklu ayırımcılığa maruz bırakılmaktadırlar. Kadınlara daha düşük ücret verilmekte ve mesleki gelişmelerinde engellemelerle karşılaşmaktadırlar. Yoksullaşma ve güvencesizleştirme özellikle kriz dönemlerinde kadınları son derece olumsuz etkilemektedir. Ataerkil yapılar ve kadına karşı şiddet hâlâ gündemdedir. Kadınların bu durumdan kurtulmaları ekonomik koşullarının kötüleştirilmesiyle zorlaştırılmaktadır.

Tekeller ve sermaye, güvencesizlikle elde ettikleri rekabet avantajlarını daha da geliştirmek istiyorlar. Düzensizleştirmeyi hızlandırıyorlar. Yeşiller ve SPD, geleneksel sermaye partilerinin yanı sıra bütünüyle bu rotaya geçmişlerdir. Ajanda 2010 gibi sosyal ve demokratik haklara yönelik esaslı saldırılara karşı sendikalar yeteri kadar mücadele vermemişlerdir. 80’li yılların sonuna kadar işçi sınıfının sisteme bağlanması, Avrupa’da sosyalizmin var olması nedeniyle de sosyal tavizlerle »satın alınabilirken«, bugün güç dengeleri değişmiştir. Egemen sınıf saldırıya geçmiştir.

Bu gelişme, işçi sınıfında yapısal değişikliklere yol açan, sınıfın sınai çekirdeğini küçülten ve madenler ve çelik sektörleri gibi mücadeleci sektörlerin sayısını azaltan yapısal değişimlerin ardından gelmiştir. Bugün bu eğilim işçi sınıfının kadrolu personel, taşeron işçiler, düşük ücretliler, güvencesizler ve işsizlere bölünmesiyle kitlesel bir biçimde güçlenmektedir. İşçi sınıfının giderek büyüyen bir kesimi bütünüyle üretim sürecinden dışlanmakta, yoksulluğa itilmekte ve yaptırımlarla disipline edilmektedirler. Bu saldırılardan özellikle kadınlar olumsuz etkilenmektedirler.

İşçi sınıfının, özellikle işçi hareketi arasındaki görüşlerin oluşmasında belirleyici olan kesimlerinin bilincinde çıkarlarının tekelci sermayenin çıkarlarıyla aynı olduğu inancı hakimdir. Ancak bağımlı çalışanların çalıştırıldıkları tekelin veya mevkiinin rekabet çıkarlarına boyun eğmeleri, reel olarak onları daha bağımlı kılmaktadır. Diğer taraftan ise sosyal olarak dışlananların giderek daha büyük kesimleri siyasi yaşama, hareketlere ve mücadelelere katılmamaktadırlar ya da dağınık olarak tek tük katılmaktadırlar. Böylece oluşturulan »iç istikrar« Alman burjuvazisinin ticaret modelinin başarı faktörleri arasındadır.

Güvencesiz istihdama, işsizliğe ve yoksulluğa kayma korkusu şantaja karşı direnci azaltmaktadır. Ezilen ve sömürülenler her gün medya üzerinden yayılan burjuva ve gerici ideolojisinin etkisi altında, esas itibariyle nesnel çıkarlarına ters düşen tasavvurları, düşünce biçimlerini, değer ve yönelimleri kabullenmektedirler.

Bölgecilik mantığı ve dayanışmanın kırılması, proletarya enternasyonalizminden arda kalanları zayıflatmaktadır. Bu, körüklenen milliyetçilik ve militarizmle kombinasyon içinde, sınıfı ulusal ve uluslararası çapta bölmeye hizmet eden ırkçı eğilimlerin üremesine ortam yaratıyor.

Sağ tehdit artmakta

Ülkede kitlesel sömürüye, halkın giderek büyüyen bir kesiminin toplumsal yaşamdan dışlanmasına, halkın büyük bir kesiminin reddettiği savaş politikasına rağmen, sessizlik hakim. Bu durumun değişmesine karşı aktif önlem olarak egemenliği güvence altına almanın farklı biçimleri hazırlanmaktadır.

Egemenler açısından burjuvazinin ülke içindeki protestoları ve ayaklanmaları baskı altına almasını sağlayacak gerici bir devlet yapısı gereklidir. Otoriter güvenlik devletine yönelik olan bu gelişme derinleşmekte ve hızlanmaktadır. Demokratik haklar budanmakta, siyasi aktivistler gözlem altına alınmaktadırlar. Devletin baskı organları saldırganlaşmakta ve daha fazla haklar, olanaklar ve araçlarla donatılmaktadırlar.

Federal Ordunun yurt içinde kullanılması denenmekte ve sivil-askeri işbirliği ile olanaklı hâle getirilmektedir. Militarizme, milliyetçilik ve ırkçılık refakat etmektedir. Tekelci burjuvazinin etkin muhafazakâr ve gerici kesimleri sağdan baskı aracı olarak yeniden açık faşist güçleri kullanmaktadırlar. Devlet organlarının işbirliği NSU skandalıyla gün yüzüne çıkmıştır. Burjuvaziye köprü görevini yerine getiren menteşe güçleri AfD içinde de bulunmaktadırlar. Neofaşistlere karşı verilen direniş kriminalize edilmektedir.

DKP’nin rolü ve görevi

Kitlesel yoksulluk, sefalet ve dışlama, militaristleşme, milliyetçilik, savaşlar ve doğanın talan edilmesi insanlığı uçurumun kenarına itmektedir. »Ya Sosyalizm, ya barbarlık« bir var oluş sorusu olmuştur.

DKP, kapitalizmin aşılmasını ve sosyalizmin inşasını hedeflemektedir. Marksist-Leninist bir parti olarak, temel toplumsal çelişkinin sermaye ile emek arasında olduğundan ve kapitalizmin devrim ile aşılması zorunluluğundan hareket eder. İşçi sınıfının siyasi iktidarı eline geçirmesi ve önemli üretim araçlarının toplumsallaştırılması, sosyalizm inşasının ön koşullarıdır.

Bilhassa güncel mücadelelerimizin, kapitalizmle devrimci kopuş stratejisine ve sosyalizme geçiş arayışlarına bağlanması vazgeçilmezdir. Reform ve devrim diyalektiğini dikkate almak, Komünist Partisini, »reform alternatifleri«, »dönüşüm konseptleri« ve »iktisadi demokrasi modellerine« yönelen ve bu farkı silikleştiren örgütlenmelerden farklı kılar. Komünistler, kapitalizmde reformların zorunluluğunun, ama aynı zamanda bunların sınırlarının bilincindedirler. Komünistler »yasal reform faaliyetini sadece genişletilmiş devrim ve devrimi de yoğunlaştırılmış reform olarak tasavvur etmenin esas itibariyle yanlış olduğunu« (Rosa Luxemburg) bilirler. Kapitalizmi aşmak, devrimci bir kopuşu gerekli kılar.

DKP aynı zamanda emekçilerin güncel çıkarları için verilen reform mücadelelerine katılır. İşçi sınıfının bugünkü çıkarları söz konusu olduğunda DKP için önemsiz olan konu olmaz. İşletmelerde ve komünlerde (yerleşim yerleri, semt, kent, kasabalar Ç.N.) »çay suyu için verilen mücadele« anlayışı, komünist siyasetin vazgeçilmez alameti farikasıdır.

İşçi sınıfı, önceden olduğu gibi, - tüm nesnel değişimlere, oluşan yeni bölünme çizgileri ve bağımlılıklara vs. rağmen – sermayenin iktidarına karşı ve sosyalizmin inşası için verilen mücadelede belirleyici olan güçtür. » İşçi sınıfı kapitalist toplumda, konumu nedeniyle toplumsal üretim sisteminde en fazla ve doğrudan kapitalist sömürüye maruz kalan sınıftır.« (...) Onsuz köklü değişimler olanaklı olamayacaktır: »Toplumsal ilerleme ancak işçi sınıfı eylem birliği içinde hareket eder ve ittifaklar kurarsa tasavvur edilebilir. İşçilerin, hizmetlilerin, memurların, güvencesiz çalıştırılanların ve işsizlerin, çırakların ve emeklilerin – milliyetleri ve kökenlerinden, farklı dünya görüşü ve farklı parti üyeliklerinden bağımsız – birlikte etkide bulunmaları zorunlu ve olanaklıdır.« (DKP Programı)

İşçi sınıfı içerisinde sosyalizmin zorunlu olduğu anlayışı olgunlaşmalıdır. Sınıf olarak sınıftan, sınıf için sınıfa dönüşmesi için işçi sınıfının devrimci dünya görüşünün hegemonyası gereklidir. Böylesi bir devrimci sınıf bilincini geliştirmek, sınıfın içinde kökleştirmek ve çoğunluğun bilinci düzeyine yükseltmek, Komünist Partisinin ana görevidir.

Bu ise komünistlerin, işçi sınıfının kendi çıkarlarını kendi eline alması için gerekli yeteneği sağlayacak bir politikanın geliştirilmesi ve propaganda edilmesini gerektirir. İşçi sınıfı sadece mücadele içerisinde kendi durumunu belirleyen toplumsal etmenleri görmeyi öğrenecektir. Bu görev, kapitalizm hakkında sınıfın büyük bir bölümünün düşüncesine hakim olan reformist hayalleri geri püskürtme ve aşma göreviyle kopmaz bir biçimde bağlıdır.

Reform ve devrim diyalektiğini dikkate alan komünist siyaset, her ilerici olguyu ele almak ve insanlarla birlikte eyleme geçmek anlamını taşır. Komünistler bunu yaparken, işçi sınıfının ve halkın haklarına yönelik olan saldırıların münferit, birbirinden bağımsız eylem olmadığını, aksine sermaye ve emek arasındaki temel çelişkinin ifadesi ve sonucu olduğuna dikkat çekerler.

Bugün, kapitalizmin emperyalist aşamasında belirleyici düşman tekelci sermayedir. Sürekli olarak kapitalizm/emperyalizm, kriz ve savaş arasındaki bağlantıyı yeniden görmekteyiz. Bu durumda anti-tekelci bilincin yaygınlaşması, anti-militarist ve anti-faşist hareketlerin güçlenmesi zorunludur. DKP gücünü bu hedeflere yoğunlaştıracaktır. Bunlar, bizim için biri birinden bağımsız, yan yana duran konular değil, aksine egemenlerin saldırılarına karşı, toplumsal ilerleme için verilen mücadelenin biri birine organik olarak bağlı sorunlarıdır.

Antimilitarist mücadelemiz

10 Ocak 2016 Berlin Lenin-Liebknecht-Luxemburg yürüyüşü

Biz NATO’nun dağıtılması ve FAC’nin NATO’dan çıkması için mücadele ediyoruz. NATO, en saldırgan emperyalist güçlerin yönetimi altında olan emperyalist askeri ittifaktır. Bu güçler öncelikle ABD, Almanya, Britanya ve Fransa’dır. Ülkemizdeki düşmanımız askersel sanayi kompleksi ve Alman emperyalizmidir.

Emperyalist ülkelerdeki ordular her zaman içe ve dışa yönelik saldırganlığa hizmet ederler. Aynı zamanda her zaman askerlerin gerici ve militarist anlamda gözlerinin kamaşmasına (körleşmesine) hizmet etmektedir. Günümüz koşulları altında ordunun en gerici biçimi, gönüllü profesyonel ordudur. Bu nedenle Federal Orduya karşı mücadele etmekteyiz.

Federal Ordunun ve diğer silahlı güçlerin her türlü yurt dışı görevini ve sivil-askeri işbirliğinin her türlü biçimini reddediyoruz. Bunlar, Alman tekelci sermayesinin ekonomik ve siyasi çıkarlarını askeri şiddetle kollama iradesinin ifadesidir.

Federal Ordunun ülke içinde bir iç savaş gücü olarak eğitilmesine ve görevlendirilmesine karşı mücadele ediyoruz. Federal Ordunun ister kamuya açık yemin törenleri olsun, isterse okullarda, üniversitelerde ve çalışma ajanslarında (İş ve İşçi Bulma Kurumu Ç.N.) Federal Ordu tanıtımı olsun, kamusal alanda her türlü sahne alışına aktif biçimde karşı çıkıyoruz. Federal Ordu “normal” bir iş yeri değildir, Militarizmin / Emperyalizmin okuludur.

Militarizmin alt yapısına (talim alanları v.s.) aktif olarak karşı çıkıyoruz ve onun geliştirilmesine karşı direniyoruz. Öğrenimin, araştırma ve kültürün militaristleştirilmesine, medyada militarizme ve savaş kışkırtıcılığına karşı mücadele ediyoruz. Öğrenim ve araştırma silah üretimine hizmet etmemeli, kültür milliyetçi ve militarist olmamalıdır. Üniversitelerde sivil hükümlerin geçerli olmasını talep ediyoruz.

Sivil korumanın her biçimine, kadınların askeri paramiliter yapılara alınmalarına ve komünlerde yeni erken uyarı sistemlerinin yaratılması gibi militaristleştirmenin diğer biçimlerine karşı mücadele ediyoruz. Federal Polis veya Teknik Yardım Kurumu gibi paramiliter olan veya öyle biçimlendirilen yapıların militaristleştirilmelerine yönelik gelişmeleri yakından takip etmekteyiz.

Silah ihracatını reddediyoruz. Silah ihracatının Alman tekelci sermayesinin ekonomik, siyasi ve askeri çıkarlarını savunmak ve silah sanayinin kârlarına hizmet etmekten başka bir nedeni yoktur. Orada çalıştırılanlara, başka yerlerde yürütülen savaşların kendi işyerlerini güvence altına aldıkları telkin edilmektedir.

İşçi ve sendika hareketinde anti-militarizmin yeniden kök salmasını, sendikaların antimilitarist mücadeleleri desteklemelerini ve özellikle Federal Ordunun yurt dışına gönderilmesine, silah ihracatı ve üretimine karşı aktif olmalarını istiyoruz. Sendikalar ile Federal Ordunun her türlü işbirliğini reddediyor, silahlanma üretimi yerine silahları dönüştürme üretimine geçilmesini talep ediyoruz.

Hedefimiz, bu temel konularda hareketi desteklemek veya başlaması için girişimde bulunmaktır. Barış hareketinin eylemlerine katılıyor ve yaygınlaşmaları için çalışıyoruz. Bu temelde olanaklı olan en geniş ittifakları hedefliyoruz. Aynı zamanda, bu ittifakların içinde ve dışında özgün komünist pozisyonlarımızı savunuyoruz.

Anti-tekelci mücadelemiz

DKP mücadelesini ana düşmana, ulusal, multi ve transnasyonal tekelci sermayeye yöneltmektedir. Büyük sanayi şirketleri, enerji tekelleri, özelleştirilmiş eski kamu şirketleri, sigortalar ve bankalar, ticaret tekelleri – bunlar tekelci sermayedir. Sanayi ve banka sermayesinin bütünleştiği mali sermaye, tekelci sermayedir. Tekelci sermayenin en saldırgan bölümü askersel-sanayi kompleksi ve siyasetteki yardımcı birlikleridir.

Berlin'deki bir protesto yürüyüşüBu güçler, çelişkisiz olmayan birliktelikleri ve egemen politika ile bağlantılarıyla modern tekelci devlet kapitalizmini oluştururlar. Onun etkisi ve iktidarı gerek ulusal, gerekse uluslararası alanda kırılmalıdır. Bu anlayışın, anti-tekelci hareketin ve savunma cephesinin ana çekirdeğini oluşturması gereken işçi sınıfının bilincinde kökleşmesini istiyoruz.

İşçi sınıfının yanı sıra küçük burjuvazi, küçük ve orta ölçekli köylüler, ama özellikle ücrete bağımlı aydınların işçi sınıfına sıkı sıkıya bağlı olan kesimleri, tekelci devlet kapitalizminin çelişkileri ve ihtilaflarından etkilenmektedirler. Bu ortak etkileniş geniş anti-tekelci mücadele ve hareketin geliştirilmesinin nesnel temelidir.

İttifak politikamızda işçi sınıfının eylem birliği özel bir anlam taşımaktadır. İşçi hareketinin farklı yelpazeleri içerisinde, dünya görüşü sınırlarının ötesinde ortak eylemler ve mücadeleler için çaba harcıyoruz.

Sınıf mücadelesinin okulu olarak sendikaların örgütsel ve siyasi açıdan güçlenmeleri belirleyicidir. Birlik sendikasını bölme çabalarına ve »bölgecilik mantığına« bağlama eğilimine, eş yöneticilik konseptlerine ve parti siyaseti için araçsallaştırmaya karşı savaşıyoruz. Grev hakkını ve koalisyon özgürlüğünü savunuyor, kısıtsız grev hakkını talep ediyoruz. Bu mücadele ve hareketlerde anti-tekelci bilinci yaygınlaştırıyoruz.

İşçi sınıfının bilincinin ve mücadelelerin geliştirilmesinde önceden olduğu gibi büyük işletmelerde çalışan işçi kitlelerine özel önem atfediyoruz. Bu işçiler ile onların sendika ve işyeri temsilcileri sendikal hareket içerisinde kararların, pozisyonların, yönelim ve eylemlerin geliştirilmesinde büyük etkiye sahiptirler. İşletmelerdeki, özellikle büyük işletmelerdeki fabrika çalışmaları bu nedenle komünistler için son derece büyük önem taşımaktadır.

Kadınların eşitsiz ücretlendirme, kalifikasyon olanaklarının engellenmesi, güvencesizliğe ve işsizliğe itilmeleri biçimindeki ayırımcılığa karşı verilen mücadele, çalışmalarımızda daha büyük rol oynamaktadır.

Göçmen örgütleri, göçmen kökenli işçi arkadaşlar ve yoldaşlarımızla olan işbirliği daha büyük önem kazanmaktadır. Bunu yoğunlaştıracağız.

Komünler anti-tekelci mücadelemizin ikinci faaliyet alanıdır. Yukarıdan dayatılan sınıf mücadelesi, krizin yükünü alttakilere yüklemektedir. Kısıtlamalar, işyerlerinin azaltılması, kurumların kapatılması ve özelleştirmeler bunun sonucudur. Komünlerde yoksul mahalleler oluşmaktadır. Kent gelişme ve ulaşım politikaları giderek tekellerin ve »tedarikçi« olarak nitelendirilenlerin çıkarlarına göre şekillenmektedir. Okullar çürütülmekte, öğretmen ve öğretim aracı açığı feci hâle gelmektedir. Yerleşim bölgelerinde gerçekleştirilen lüks tadilatlar kiracıları uzaklaştırmakta, kent merkezlerinde yoksulluğun görünür olması istenmemektedir. Kiralar ve yan giderler artmakta, konutların terkedilmesi çoğalmaktadır. Biz insanlık hakkı olan ödenebilir konut için mücadele ediyoruz.

Sağlık alanındaki kısıtlamalar dramatik düzeydedir. Sağlık alanında kâr prensibi doğrultusunda özelleştirme ve tekelleşme sürecinin dayatılması, iki sınıflı sağlık hizmetlerini keskinleştirerek yaygınlaştırmaktadır. Sağlık hizmetleri, hastalar ve çalışanlar aleyhine kapitalist meta hâline getirilmiştir.

İnsanlar ulusal düzeyde ve Avrupa düzeyinde de tekelci kapitalizmin çelişkilerini yaşamaktadırlar. Toplumumuzdaki temel çelişkinin az veya çok, maskesini düşüren veya tekelci sermayeye karşı yönelen hareketler oluşmaktadır. Nükleer santrallere ve Castor nakliyatlarına karşı çıkan, Occupy, Blockupy, G7/G8/G20 zirveleri protestoları gibi hareketler bunlar arasındadır. Aynı şekilde Nazilere, sağa karşı, mülteci hakları için verilen mücadeleler, Serbest Ticaret Antlaşması TTIP ve CETA karşıtı mücadeleler bunlar arasındadır.

Bu mücadelelerdeki görevimiz, hareketlere örgütsel desteğin yanı sıra, öncelikli olarak bu sorunların kapitalizmin işlevindeki bir yanlışlık, bankaların »kumarhane« mentalitesi veya dolandırıcılık değil, aksine kapitalizmin »asalak ve çürüyen« aşaması olarak emperyalizmin temel çelişkilerinin sonuçları olduğu anlayışını yaygınlaştırmaktır.

Şu mücadele alanlarının özel önemi bulunmaktadır

* Biz işçi sınıfının bölünmesine karşı çıkıyoruz. Gençlerin yaşlılara, Doğuluların Batılılara, işsizlerin çalışanlara, taşeronların kadrolulara, Almanların yabancı işçilere, erkeklerin kadınlara ve yurt içinde ve dışındaki bölgesel üretim koşullarında mevkilerinin birbirlerine karşı kullanılmalarına karşı mücadele edilmelidir. Biz sınıfın bir bütün olarak şekillenmesi ve sınıfın bütününü çıkarlarının savunulması, proletarya enternasyonalizmi için mücadele ediyoruz.

* Tam ücretin ve personel sayısının korunması koşullarında çalışma sürelerinin kısaltılması talebi, ülkemizin işçi ve sendika hareketinde yeniden yer bulmalıdır. Bu talep mücadeleleri tek tipleştirme, süresiz sözleşmeli ve güvencesiz işçilerin, işsizlerin ve dışlanmışların mücadelelerini birleştirme şansını içermektedir. Bu talebin kökleştirilmesi, işçi hareketinin defans konumundan çıkmasını sağlayacaktır.

Bu mücadele taşeron işçiliğin, süreli sözleşmelerin yasaklanması mücadelesi ile sıkı sıkıya bağlantılıdır. Özellikle kadınlar ve gençler bunlardan etkilenmekte, günümüzde »güvencesizlik yeni olağanlık« olmuştur. O nedenle kural olarak süresiz tam istihdam için mücadele ediyoruz. Kalifiye öğrenim ve meslek eğitimi ile çırakların ve meslek öğrencilerinin süresiz iş akdine alınmaları bu mücadelenin parçasıdır.

*67 yaşında emeklilik ve »Ajanda 2010« çerçevesinde yürürlüğe sokulan Hartz Yasaları, işçi sınıfının ve işçi hareketinin mücadele konumunu büyük ölçüde kötüleştirmiştir. 67 yaşında emeklilik şirketler için masraf azaltmaya hizmet etmekte, ama aynı zamanda da emekli aylıklarının azaltılması anlamına gelmektedir. »Ajanda 2010« ise işsizler için büyük bir kısıtlamadır, yani işçi sınıfının bütün kesimleri bir yıllık işsizlikten sonra yoksulluğa düşme tehlikesi ile karşı karşıyadırlar. Bu uygulamalar »kırbaç« ve baskı aracı olarak işçi sınıfının mücadele gücünü zayıflatmış, sınıfın bölünmesini derinleştirmiştir. Biz, 67 yaşında emeklilik kararının geri alınması ve Ajanda 2010’nun kaldırılması için mücadele ediyoruz. Biz, diğer kısıtlama planlarına karşı da mücadele ediyoruz.

* Güvencesizleştirmeye, dışlanmaya ve yoksulluğa karşı mücadele işçi hareketinde, ama bilhassa sendikal harekette daha büyük rol oynamalıdır. İşsizlik, yoksulluk ve dışlanma, tüm sosyal ve sağlık sorunlarıyla beraber giderek daha çok ailede çocuklara miras kalmaktadır. Bu da sınıfın bölünmesini derinleştirmekte, mücadele gücünü zayıflatmaktadır. Bu mücadele alanının ihmal edilmesi affedilemez. İşçi ve sendika hareketleri sınıfın bütününün sosyal durumunun iyileştirilmesi mücadelesini daha güçlü sürdürmelidirler.

* Biz, insanların yerleşim yerlerine yakın ve ücretsiz kitle spor olanaklarına ve kitle kültürüne ulaşabilmeleri için mücadele ediyoruz. Ücretsiz kitle ulaşımı için mücadele ediyoruz. Kamusal hizmetlerin ücretlerinin yükseltilmesine karşı çıkıyoruz, kamusal var oluş hizmetleri kamu mülkiyetinde kalmalıdır.

Antifaşist mücadelemiz

Antifaşist mücadelemiz sadece neofaşistlerin eylemlerine ve ideolojilerini yaygınlaştırmalarına karşı mücadeleye indirgenemez, indirgenmemelidir. Genel anlamdaki sağa kayışa karşı mücadele ediyor ve sosyal kısıtlamalara karşı verdiğimiz mücadeleleri sağa karşı yürüttüğümüz aktivitelerle bağlıyoruz. Çünkü sağ gelişme ve faşizm egemenlik altında olanların bölünmesine hizmet etmekte, böylece tekelci sermayenin çıkarlarının gerçekleştirilmesinin yolunu açmaktadırlar. Bizler, antifaşist direnişin mirası temelinde mücadele ediyor ve DAC’nin antifaşist mirasını savunuyoruz.

Savaş kışkırtıcılığını, faşizmi, ırkçılığı, antisemitizmi ve yabancı düşmanlığını yayma hakkı yoktur. O nedenle: faşizm düşünce değil, suçtur diyoruz. Naziler nerede eylemdeyse, direniş göstermek bir yükümlülüktür. Faşistlerin ve ırkçıların kamu önünde görünecekleri tek bir sokak, tek bir meydan, tek bir parlamento koltuğu kalmamalıdır – Biz, bütün neofaşist örgütlerin lağvedilmesini ve propagandalarının yasaklanmasını talep ediyoruz.

Devletin neofaşistlere ihtiyacı vardır. Sistemi stabilize edici rol oynamaktadırlar. Burjuvazi, işçi sınıfının farklı katmanlarını yoksulluğa iterken ve sosyal ve demokratik hakları yürürlükten kaldırırken, neofaşistler sosyal demagojileri ile haklı hoşnutsuzluğu ve hiddeti kanalize etmektedirler. Antikapitalist sonuçlar milliyetçi ve şovenist kışkırtıcılık ile engellenmektedir. Neofaşistler ayrıca büyük sermayenin en gerici kesimleri için, sistemin sallantıya girmesi durumunda siyasi rezerv olarak kullanılmaya hizmet etmektedirler.

Aynı şekilde polis devletinin geliştirilmesi, egemenlerin gerici politikalarına karşı oluşacak olası protestolara karşı bir önlemdir. Tüm araçların ana hedefi soldur. Gizli servisler ve devletin baskı organları genel olarak sağ gözlerinde kördür. Biz, polis devletinin genişletilmesine karşı mücadele ediyor, BND, MAD ve Anayasayı Koruma Teşkilatı gibi gizli servisler ile polis teşkilatı ve Federal Polisteki gizli servis yapılarının lağvedilmelerini talep ediyoruz.

Neofaşistler bugün, örneğin mülteciler politikasında olduğu gibi olası gerici uygulamaların sertleştirilmesi için kullanılmaktadır. Sosyal demagojileri ve ırkçı kışkırtmaları ile işçi sınıfını bölmekte, mücadele gücünü zayıflatmaktadırlar. İddia ettikleri gibi antikapitalist değillerdir. Tam aksine. Komünistler olarak kapitalizm/emperyalizm ile faşizm arasındaki bağlantı konusunda insanları aydınlatıyoruz. İktidardaki faşizmin, mali sermayenin en saldırgan ve en gerici kesimlerinin diktatörlüğü olduğunu belirtiyoruz.

Faşistler, mülteci sorunlarını ırkçı anlamda kullanmaya çalışıyorlar. Bunu yaparken, işçi sınıfının orta katmanlarına kadar yaygınlaşmış olan önyargıları kullanmaktadırlar. Mültecilerin insan onuruna uygun olmayan bir şekilde barındırılmaları, bu havanın yaygınlaşması için bilinçli olarak kullanılmaktadır. Kapitalizmin/emperyalizmin milyonların mülteci olmasının temel nedeni olduğu konusunda insanları aydınlatıyoruz. Mültecilerin sınırsız ikamet haklarına ihtiyaçları vardır; sığınma hakkı yeniden hiç bir engel olmaksızın yürürlüğe sokulmalıdır.

Sağa karşı etkin direnişi geliştirmek için kimseyi dışlamadan olanaklı olan en geniş ittifaklara gereksinimiz var. Dresden’deki ve diğer kentlerdeki, burjuva kesimlerinden otonom, anti-faşist güçlere ve nihayetinde sendikalara kadar farklı kesimlerin birlikte hareket ettikleri başarılı kitle blokajları bunu kanıtlamıştır.

DKP olarak farklı mücadele biçimlerini seçen anti-faşistleri bölme ve birbirlerine karşı kullanma denemeleri ile anti-faşistlerin kriminalize edilmelerine karşı çıkıyoruz. Totalitarizm teorisini ve faşizm ile sosyalizmi/komünizmi eşitleme çabalarını kararlı bir şekilde geri püskürtüyoruz.

DKP’yi güçlendirin!

Tüm bunları, ancak aynı anda partimizin güçlenmesine çalışarak başarabiliriz. Şu anda ülkenin her tarafında eylem yapma ve kampanya geliştirme yetisine sahip değiliz, sayımız az ve üyelerimiz kısmen yaşlanmış. Kadın yoldaşların oranı son derece düşük. Bunları değiştirmek istiyoruz ve değiştirmeliyiz.

Daha fazla insanı güçlü bir Komünist Partisine olan ihtiyaca ikna etmeliyiz. Komünist Partisi sosyalist sınıf bilincinin yaygınlaştırılmasının ön koşuludur.

Bunun için yeni fırsatlar ve olanaklar vardır. Kapitalizmi tarihin sonu olarak görmeyen ve alternatif arayan gençler arasında da. Partimize yakın duran SDAJ ile olan işbirliği burada merkezi önem taşımaktadır. SDAJ, parti gruplarımızla aktif olduğumuz çeşitli kentlerde ve bölgelerde vardır. Ama partimiz için »boş alan» olarak sayılacak yerlerde de SDAJ vardır. Burada, komünistlerin kolektif çalışmasını sağlamlaştırmalıyız.

Temel ve bölge örgütlerin gelişimi DKP’nin gelişmesi için merkezi görevdir. Temel örgütlerde insanlar partili olarak örgütlü yoldaşlarımızla ilişkiye geçmekte, insanlar burada -teori ve pratikte- komünist olmaktadırlar. Temel örgütlerimiz örgütlenme dereceleri konusunda çok farklı ve kısmen tam gelişmemişlerdir. Temel örgütlerimiz ancak yerel ve merkezi görevler birbirleri ile uyumlaştırıldığında ve üst organların desteği ve yönlendirmesi sağlandığında gelişebileceklerdir. Biz ülke çapında ortak siyasi yönlendirici kararlar alıyor ve yerel koşullara uygun olarak yaşama geçiriyoruz. Bu, partimizi güçlendirmek ve adım adım geliştirmenin en doğru yoludur .

Tartışmada özgürlük, eylemde birlik – bu, fikirsel tartışmaların pratikte sınanması yoluyla idrak edilmesi ve gelişiminin ön koşuludur.

Eğitim politikamızın özel bir değeri bulunmaktadır. Ağırlık noktası dünya görüşümüzün temellerini bölge örgütlerimizin yardımı ile partinin geneline yaymak olmalıdır.

Yeni üyelerin kazanılmasını örgütlü olarak ele almalıyız, çünkü komünistlerin amacına hizmet etmesi, yani »Proletaryanın sınıf olması, burjuvazinin egemenliğinin yıkılması, proletaryanın siyasi iktidarı ele geçirmesi için« (Komünist Partisi Manifestosu) daha güçlü bir partiye ihtiyacımız vardır.