Türkiye, 15 Temmuz 2016 tarihinde olağanüstü bir gün yaşamıştır. “Yurtta Sulh Konseyi” imzasıyla yayınlanan bildiride özellikle Cumhurbaşkanı ve Hükümet Yetkililerinin “gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içerisinde oldukları” tespiti yapılmış, hedefe konulan kurum ve kişiler yolsuzluk, hırsızlık ile suçlanmış, hukukun ayaklar altına alındığı, kuvvetler ayrılığının ortadan kaldırıldığı, ülkenin içeride ve dışarıda itibarının yok edildiği, din, mezhep ve etnik çatışmaların kızıştırıldığı tespit edilmiş,
“Hiçbir ayrım yapılmaksızın tüm vatandaşlarımızın ifade özgürlüğü, mülkiyet hakkı, evrensel temel hak ve hürriyeti yurtta sulh konseyinin teminatı altındadır. Yurtta Sulh Konseyi üniter devlet yapısı içinde dil, din, etnik köken ayrımı yapmaksızın toplumun tüm kesimlerini kapsayacak bir anayasa hazırlanmasını en kısa zamanda sağlayacaktır. Çağdaş, demokratik, sosyal, laik hukuk ilkelerine dayalı anayasal düzen tesis edilene kadar Yurtta Sulh Konseyi ulusumuz adına her türlü tedbiri alacaktır” denilmiştir. İlk bakışta ülkedeki geniş bir kesimin düşüncelerini ifade ediyor gibi gözüken bildirinin içeriği, geniş halk yığınlarının desteğini almayan bir girişim olarak kalmıştır. İşçi sınıfı ve emekçi halklardan kopuk hiç bir girişim sonuç almaya muktedir olamaz.
Gerçek Bir Darbe Girişimi mi?
Yukarıdaki objektif tespiti yaptıktan sonra bu “darbecilerin” kim olduklarına bakmak gerekmektedir. “Darbecilerin” niteliği nedir? Kimdirler? Bu soruların yanıtını vermek şu aşamada mümkün değildir. Yayınladıkları bildirideki Kemalist söylem dışında bir ipucu vermiyorlar. “Darbe” girişimi sürecinde herhangi bir televizyon kanalına çıkıp açıklama yapmamışlardır. Bu nedenle bu “darbeciler” şaibelidir.
“Darbecilerin” bir siyasi desteği oluşmamıştır. Ne içeriden, ne de dışarıdan böyle bir emare yoktur. Tabii ki, darbelerin doğası gereği, arkasındaki güçler gizli kalabilirler. Ancak bu girişimde bunun dahi olduğu tartışmalıdır.
Gerçek bir darbe süreci, sadece iki köprünün tek yönünün birkaç asker tarafından tutulması, Atatürk Havalimanı’nın nizamiyesinin zırhlı araçla kapatılması ve kimi yerlerde tank ve zırhlı araçlarla tur atmakla yürütülemez. Cumhurbaşkanlığı Sarayını, Başbakanlığı, Meclisi, MİT, KGM, TİB, TRT, Türksat, Havalimanlarının tümü, illerin giriş çıkışlarını, uluslararası sınırları, limanları, garları kontrol altına alıp el koymayan bir darbe süreci bugüne kadar görülmemiştir.
CNN Türk binasının işgali tam anlamıyla bir senaryodur. Beş tane 18 yaşında erin tek başına, organize olmadan bu kadar önemli bir merkeze girmesi ciddi bir girişim olarak nitelendirilemez. CNN Türk için böyle bir girişimde bulunulurken TRT stüdyolarından çekilmeleri nasıl açıklanacaktır.
Atatürk Havalimanındaki zırhlı aracın ve 20 ila 30 arasındaki askerin bir anda çekilmesini anlayan var mıdır?
Bütün bu emareler, ve TBMM’deki Başbakanlık makamının Başbakan orada değilken bombalanması, Erdoğan’ın tatil yaptığı söylenen Marmaris’teki Köşkün kendisi oradan ayrıldıktan sonra saldırıya uğraması, “darbeciler” F-16 jetleri ve Skorsky helikopterleri ile İstanbul semalarında dolaşırken Erdoğan’ın uçak ile Dalaman’dan İstanbul’a gelmesi nasıl yorumlanabilir.
Buradan iki sonuç çıkar: Birincisi; bir avuç “idealist” subayın darbe planları birileri tarafından “desteklenerek” onlara hız verilmiş, diğer yandan da önlemleri alınarak kontrollü bir “darbe senaryosu” uygulanmıştır. Veya, İkincisi; Daha organize ve planlı olarak, daha fazla sayıda yüksek rütbeli subayın içinde olduğu darbe komitesi, “kontrollü” olarak hazırlıklarını yapmaya bırakılmış, son anda önemli noktalarda görev üstlenen darbe komitesi üyesi subaylar, “plan” gereği, darbe sürecinden çekilmiştir. Dolayısıyla Ankara’da iktidarın merkezleri kontrol altına alınmamıştır.
Her iki durumda da AKP-Saray Rejiminin oynadığı rol saklanamaz biçimde sırıtmaktadır.
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bu derece hazırlıklı olarak cami hoparlörlerinden halka çağrı yapması, Osmanlı dönemindeki gibi cami minarelerinden selalar okunması, Trabzon, Konya, İstanbul, Diyarbakır gibi illerde, AKP İl Binalarından, henüz köprüler kapatılmışken Erdoğan fotoğraflı ve darbeye karşı sloganlar içeren pankartlar asılması belirli bir istihbaratın dışa yansımasıdır.
CB Erdoğan ve BB Yıldırım ile kimi bakanların “darbe” gecesi çeşitli TV kanallarında konuşurken “bu süreç yeni ve güçlü bir dönemin başlangıcının işaretidir”, “böylelikle TSK içindeki tüm hain unsurlar tespit edilebilmiştir” türü açıklamalar, kendilerini ele vermekten başka bir manaya gelmemektedir.
Biz bu tespitimizle, “darbe” girişiminin doğrudan Saray tarafından tezgahlandığını değil, hazırlıksız ve zamansız darbe girişiminde bulunan TSK mensuplarının planlarının içine girilerek manipüle edilip kendi amaçları doğrultusunda yönlendirildiklerini belirtiyoruz. Bu sebepten dolayı da darbe girişiminin tüm eylemleri engellenememiş olması mümkündür.
“Darbe” Sürecini Hazırlayan Koşullar
AKP-Saray Rejiminin 7 Haziran 2015’ten sonra başlattığı gergin süreç, terör ve saldırıları körükleyerek barış ve demokrasi güçlerini sindirmeye çalışması; 1 Kasım 2015 Darbesi ile geliştirdiği siyasi istikrarsızlık, bu çerçevede Kürt halkına karşı giriştiği imha savaşı ve olası bir sınıf hareketini baştan engellemek için, işçi sınıfının tüm ekonomik sosyal eylemliliklerini zora dayalı yöntemlerle bastırması; halkların kardeşliğini savunan, işçi sınıfı üzerindeki sömürünün kaldırılması yönünde sesini yükselten, akademisyen, gazeteci, aydın, tüm barış ve demokrasi güçleri bileşenlerine amansız bir baskı uygulaması ülkede burjuva demokrasisinin son kırıntılarını da ortadan kaldırmıştır.
AKP-Saray Rejimi kendi zayıflığını baskı ve terörü körükleyerek dengelemeye çalışmıştır. Partimiz, henüz 7 Haziran 2015 seçimlerinin arefesinde bu seçimlerin ülkenin geleceği açısından çok büyük önem taşıdığını irdelemiş, ya barış ve demokrasi güçlerinin gelişeceği ve etkinliğini artıracakları bir gelişme olacağı, ya da AKP rejimi ve Erdoğan’ın diktatörlüğünü kurumsallaştıracağını tespit etmişti.
Bu anlamda yaşanan bu gelişmeler şaşırtıcı değildir.
Muhalafetin dağınıklığı ve etkisizliği, Parlamentoda HDP dışındaki muhalif partilerin özellikle Kürt ulusal sorununun çözümsüzlüğü konusunda AKP ile aynı doğrultuda, “devlet aklı” ile davranmaları, körüklenen milliyetçilik ve dini duyguların istismarı, ülkede bu koşulların oluşmasına hizmet etmiştir.
AKP, toplum nezdinde yitirmeye başladığı meşruiyetini yeniden kazanmak, yolsuzluk, devlet kaynaklarının talanı ve hırsızlık gibi toplumun geniş kesimlerinin tepkisini çeken uygulamalarının üstünü örtmek için yeni taktik yaklaşımlar geliştirme arayışındaydı.
Erdoğan’ın 17-25 Aralık Yolsuzluk Sürecinin kendisi ve çevresi açısından yaratacağı ağır cezai sorumlulukları ortadan kaldırmak ve iktidarını korumak için TSK içindeki ve dışındaki Ergenekoncu güçlerle giriştiği uzlaşma ve ittifak bu koşulların oluşmasında önemli bir rol oynamıştır.
AKP-Saray Rejimi ve Türkiye Cumhuriyeti devletinin Kürt halkına yönelik imha hareketini umduğu biçimde geliştirememesi, Kürt Özgürlük Hareketi ile Türkiye Devrimci Güçleri’nin direnişlerinin devlet açısından beklenmedik ağır sonuçlar yaratması bu süreci tetiklemiştir.
“Darbe” Girişimi Karşısında Tavrımız
Partimiz darbe ile diktatörlük seçenekleri arasında seçim yapmak gibi bir yaklaşıma sahip olamaz. Türkiye Komünist Partisi, bu ülkede savaşın, sömürünün olmadığı, halkların kardeşliğinin ve sosyalizmin egemen olduğu, işçi sınıfı öncülüğünde bir iktidarın oluşturulması için mücadele ediyor. Bugün AKP-Saray rejimine karşı en geniş barış, demokrasi, özgürlük ve sosyalizm güçlerinin birlikteliğini sağlamak, ilk aşamada AKP-Saray iktidarına son vermek en acil görevimizdir.
Türkiye devrimci güçlerinin ve Kürdistan ulusal kurtuluş güçlerinin ilk defa ayrımsız ve bir bütün olarak darbe karşıtı tavır almaları selamlanacak bir gelişmedir. AKP-Saray iktidarı bu “darbe” senaryosuna yol vererek, istikrarsız gelişimine, kaybettiği meşruiyetine çözüm bulmaya çalışmıştır. Amacı bu süreci kendisini “demokrasi havarisi” ilan ederek ve gerek dış politikada, gerekse iç politikada ve ekonomide yaptığı yanlışları ve işlediği suçları unutturmak, iktidarını güçlendirecek bir strateji geliştirmektir. Toplumun kafasından bazı yaşanmışlıkları silmek için, güncel dil ile nitelersek “resetleyerek” diktatörlüğünü daha da kurumsallaştırmak ve pekiştirmek istemektedir. Bu yolla devletin tepesinde kalıcı bir ittifak yaratarak Türk-İslam Sentezi düşüncesinin toplumsal tabanını pekiştirmeyi hedefliyor.
İşbirlikçi tekelci sermaye ve emperyalist merkezler “seçimle işbaşına gelen” Cumhurbaşkanı ve AKP hükümetine olan desteklerini bu vesile ile bir kez daha yinelemişlerdir. Dolayısıyla, mücadelemiz anti-faşist, anti-kapitalist ve anti-emperyalist nitelikte gelişmelidir. Türkiye ve Kürdistan’ın tüm barış ve demokrasi güçlerinin birliği temelinde oluşturulacak güçlü bir alternatif, işçi sınıfı, emekçi halklar ve toplumun tüm demokratik potansiyellerini harmanlayacak bir iktidar seçeneği yaratabilir. Bu mücadelede işçi sınıfının oynayacağı politik rol gelişmenin de rotasını belirleyecektir. Yaşanan bu “darbe” girişimi pratiğini doğru değerlendirmek, ertelemeden gerekli adımları atmak en başta Türkiye işçi sınıfının devrimci güçlerinin en önemli görevidir. Umutsuzluk tohumları ekenlere karşı, işçi sınıfı ve emekçi halkların yığınsal mücadelesinin bir ayaklanmaya dönüştüğünde yenilemez olacağını ve kontrollü bir darbe girişimi ile karşılaştırılamayacağını yaşamda kanıtlayacağız.
Türkiye Komünist Partisi
Merkez Komitesi
16 Temmuz 2016